ON DÖRT (YAKALA)

170 70 68
                                    

Kimler burada?

Bütün okuyan, vote veren ve yorum atan okuyucularıma sevgiler.

Şu telaşlarım bir bitse diyorum. Belki uzaklara giderim. Çoktandır gitmek istediğim yollar var.
Gitmek istediğim yollar, yürümek istediğim yollar; tek başıma yürümek istediğim yollar.

Bir dava bitip diğeri başlıyordu, her dava çok farklıydı, her dava çok önemliydi. Benim davam da başlayacaktı artık, Murat'ta öğrendiğine göre polise gidip gerçekten bir ifade verme vakti gelmişti. Her şey yeni başlıyordu.

Mehmet abinin anlattığı yeni dava hepimizin ilgisini çekmişti fakat diğerlerinin davaları olduğu için bu dava Erkan ve bana verildi.

"En kısa zamanda kızla konuşmak istiyorum, neydi adı İnci?"

"İnci Masal," dedi Mehmet abi.

"Biz önce bir dosya oluşturalım Erkan," diyorum Erkan'a dönerek "kaçırılan üç kız hakkında her birinin ayrı bir dosyasını yapalım. Sonra çalışmaya başlarız."

Erkan'ın da Mehmet abiye bir sorusu var. "Bu kaçırılan üç kızın aynı liseye gitmek dışında başka ortak yanları var mıymış?"

"Okul sahibi sadece olayı anlattı gençler, detayları öğrenmek için hemen çalışmaya başlayalım."

"İlk kaçırılan kız, İnci nereden kaçmış, olay yeri belli di mi?" Diye soru soran Tonguç.

"Evet, evet. Polisler olayın geçtiği yere gidip inceleme başlatmışlar ama ne bir insan ne de arda kalan bir iz var."

"O zaman olayın geçtiği yere gidelim dosyaları hazırladıktan sonra Erkan." Erkan başını sallayarak onay verdiğinde Pelin'in aklına bir şey gelmişçesine konuşmaya başlıyor.

"İlk kaçırılan kız 16 yaşında, ikinci kaçırılan kız 17 yaşında, üçüncü kaçırılan kız da 18 yaşında. Dördüncü olarak bir kızı daha kaçıracak ve bu da 19 yaşında olacak. Ama en önemlisi şu anda bu iki kızı nerede tutuyor?" Pelin'in bu tespiti daha davayı soruşturmaya başlamadan koyması işimize kolaylık katacak.

"Liseye gidiyorlar, 19 yaşında kız öğrenci var mıdır acaba?" Bu düşünce benden çıkıyor.

"Sınıfta kalmış olabilirler veya geç yazılmış olabilirler," dedi Pelin'de.

"Bence işimiz daha kolaylaşıyor. Taş çatlasa okulda 19 yaşında olan kız öğrenci ondur."

"Onları korumak lazım, adamın bir sonra ki hedefi o kızlardan birisi olabilir." Toplantı odasında Pelin'le karşılıklı düşüncelerimizi ortaya döküyoruz.

Saat daha sabah on, günümüzün bitmesine daha çok var. Bugün kim bilir bu davada neler olacaktı.

"Bu arada," diye heyecanla konuşuyorum, aklıma bir şey geldi. "Erkan öğle yemeğinde yemeğin benden. İddiayı sen kazandın galiba."

"Valla ya," diyor Tonguç üzülmüş bir surat ifadesi var "yine kazanamadım tüh."

Bu iddiaları aramızda en çok kazanan, en tecrübelimiz Mehmet abi konuşuyor "ben sıramı gençlere savdım."

"Kaç gün sürdü Ceylan Aslan davası?" Dedi Pelin.

"9 gün, Erkan'ın tahmini 10 gündü. En çok yaklaşan o oldu." Dediğimde Erkan'ı tebrik ediyoruz.

"Tahminen ben ne zaman kazanırım acaba," diye konuşan Tonguç dudaklarını büzüyor. Erkan dahil Tonguç'un bu haline gülüyoruz.

Toplantı odasından çıkarak hemen yanda ki ofisimize girdiğimde boş duran masalarla aklıma avukatlar geliyor. "Ne zaman başlayacaklar."

"Bugün başlayacaklardı aslında ama evrak eksikliği oldu hepsi yarın başlıyor." Açıklamayı yapan Pelin.

"Vay be ofisimiz büyüyor ha." Sevinen kişimiz ise Tonguç.

"Hepsi çok iyi avukatlar, Öznur birisi senin önerdiğin avukat, Burak." İşin daha çok profesyonelliğine bakan Mehmet abi.

"Çok sevindim," diyorum masama geçerken. "Burak gerçekten iyi avukattan önce iyi bir insandır."

"Diğer ikisi kimdi?" Soruyu soran Erkan.

"Avukat Eslem ve Avukat Bora." Diyen Pelin'e "çok heyecanlı değil mi ya, yeni insanlar, yenilenmiş bir ofis falan. Motivemiz artacak bence" diyorum.

Herkes gülümseyerek beni onayladığında bu yeni avukatların işe başlamasından, ofisi büyültmemizden tek mutlu olmayan Erkan gibi duruyor. Yeni insanlarla tanışmak onun için bu kadar kötü mü? Ya da bulunduğumuz ortamı daha güzel bir hâle çevirmek onun için bu kadar kötü mü? Bilmiyorum insan düşmanı mıydı yoksa bir şeyleri önceden hissediyor muydu...

Öğlene kadar Erkan'la dosya işlerini hallediyoruz, dosyalar sayesinde artık elimizde daha çok belge var. Üç kızı karşılaştırıyorum kafamda: 16 yaşında ki İnci Masal, kaçırıldığı yerden kurtulan ilk ve tek kişi, lise ikinci sınıfta, notlarına bakarsak ne çalışkan ne tembel bir öğrenci. Sosyal medya fotoğraflarına göz gezdirdiğimizde bir sevgilisi olup olmadığına bakıyorum, büyük ihtimalle yok. Neyse ki Ceylan Aslan davasına benzer bir şey değil.

Kaçırılan ikinci kız: 17 yaşında adı Deniz Şanlı, özgür bir kız olduğunu sosyal medyasından anlayabiliyoruz. 10 fotoğraftan 7'si LGBT ile alakalı, lezbiyen bir öğrenci olduğunu anlamamız pek uzun sürmüyor. Bir kızla hep fotoğraflarının olması (çok yakın bir şekilde) da bu tahminimi tamamen doğruluyor. Kimseden bir şey saklamayan bir kız, 11.sınıf eşit ağırlık öğrencisiymiş. Kaçırılalı yaklaşık 15 gün oluyor, hâlâ bir iz yok. LGBT'yi savunan ve herkese kafa tutan bir kız olduğu için okulunda pek sevildiği söylenemez. Ucube gözüyle baktıklarına yemin edebilirim. Ne kadar kötü bir şey. İnsanların seçimleri, ne yaptıkları, kimle birlikte oldukları, LGBT'yi savunup savunmadığı bizi neden bu kadar ilgilendiriyor. Kendi hayatımızdan bu kadar mı sıkıldık da başkalarının hayatına sarıyoruz?

Kaçırılan üçüncü kız ise 18 yaşına yeni girmiş Nisa Kurak: okula pek uğramayan lise son sınıf öğrencisi. Sosyal medya kullanmıyor. Ya asosyal bir kız, ya sosyal medyayı sevmiyor ya da üniversite sınavı yüzünden sosyal medya hesaplarını kapatmış olabilir. Dershane ve okulu bir arada yürüten bir öğrenci, pardon yürütebildiği okula pek uğramadığından söylenemez. Okula normalde de gelmediği için sanırım bir haftadır gelmemesine kimse kafayı takmamıştır.

Şimdi gelelim bu üç kızın ortak noktalarına...
Yaşları, boyları, kiloları, göz renkleri, saç renkleri bile farklıydı. Tek ortak noktaları şu an bildiğimiz kadarıyla aynı liseye gitmeleri. Başka hangi ortak noktaları vardı? Bu üç kızı kaçırıp tecavüz edip sonra onları zincirleyerek bir yerde tutan kimdi?

Önce İnci Masal'la, kaçmayı başaran öğrenciyle konuşmalıydık.

Ayağa kalkıp kabanımı giyerken "Erkan çıkalım mı" diye soruyorum. Aslında sorudan çok kabanımı giymeme bakılırsa 'hadi çıkalım' demekti.

Erkan bir şey demeden yanıma taşınan masasından kalkarak montunu giyiyor. Çantamın içine dosyaları koyarak omzuma alıyorum.

"Gelirken bir şey ister misiniz?" Soruyu ofise yöneltiyorum. Tonguç, Pelin ve Mehmet abi önünde ki dosyalara gömülmüşler, bizim kalktığımızı benim bu sorumla fark ediyorlar.

"Yok canım" diyor Pelin. "Ne çabuk öğlen olmuş ya."

"Gün çabuk geçti," diyor Tonguç'ta.

"Siz asıl bana sorun çocuklar, 50 yıl nasıl geçti diye," dedi Mehmet abi. Gülümsüyorum. 50 yaşımı görebilecek miyim acaba ya da 50 yaşıma geldiğimde mutlu olabilecek miyim.

Bürodan çıkıp Erkan'ın arabasına biniyoruz. "Önce yemek mi yiyelim yoksa kızla mı görüşelim," dedim.

Saatine bakıyor, aynı anda bende saatime bakıyorum. On ikiyi yirmi beş geçiyor. "Önce yemek yiyelim" diyor.

"Tamamdır ne ısmarlayayım."

"Gerek yok Öznur."

"İddiayı kazandın işte Erkan, söyle bir şey."

"Balık ekmek?" Diyor. Yaşasın! Aklımdan geçeni mi okudu acaba.

"O zaman sahile doğru sür bakalım."

Arabayı çalıştırıyor, sahil kenarında çok güzel balık ekmek yapan bir yer var. Kış mevsiminde kapalı alana dönüşen, yazın dışarı masaları atan güzel bir mekan. Aralık ayında bile olsak kapalı bir alan olduğu için böyle zamanlarda bile gitmek çok mutlu ediyor. Balığın her türünü severim, balık ekmeği ayrı severim.

Biz mekana gelmiş içeride sobaya yakın bir yerde denizi gören bir masaya oturmuş siparişlerimizi beklerken gözüm Kadir'i görüyor. Aslında Ceylan Aslan davasında İrem kadar suçlu görüyorum onu ama belli bir şey yapmadığı için içeride değil dışarıda. Ben Kadir'e nasıl baktıysam artık Erkan'da benim baktığım yöne bakarak Kadir'i görüyor.

"Onun da Ceylan'ın ölmesinde bir payı yok mu sence?" Diye soruyorum.

"Öyle" diyor sadece.

İçeride ki yoğun balık kokusu şimdiden üzerime siniyor "yemek yemek için doğru yer mi seçtik sence, kızın yanına gitmeden üstümüz başımız balık koktu."

"Balık yemek için değer." Erkan'ın balık sevdasını öğreniyorum bugün, bir şeye sevdası varmış en azından. Balığı bende severim ama müvekkille görüşmeden önce balık yemek ne kadar doğruydu bilmiyorum.

İnci Masal: kaçırılan ilk kız öğrenci geçen hafta adamın elinden kaçmıştı, şu an evinde. Okul sahibi adresleri atarak bize yardımcı olmuştu. Zaten bu olayı bilen kızın ailesi, okul sahibi/ müdürü, biz ve polislerdi. Acaba hangi komiserler yürütüyordu soruşturmayı. Kerim amirin haberi olduğundan eminim. Emniyet amiri olmak kolay değildir. Olaylardan sonra neredeyse her gün mesaj atıp durumunu soruyordu ama hiç işlerden konuşmamıştık. Bir ara emniyete gidip ona da hediyesini vermeliydim.

Bir ara yapmam çok şey vardı. İşler birikmişti, görmem gereken insanlar birikmişti, halini hatırını sormam gereken insanlar birikmişti, gitmem gereken yollar birikmişti. Bu yollardan bir tanesi de toprağın altına gömdüğüm sprey kutusunu almaktı. Mavi Nefes ‘in, İrem beni kaçırdığında duvara yazdığı notu o spreyle yazdığını biliyordum. Daha sonra gelip sprey kutusunu almak için onu toprağa gömmüştüm. Parmak izi varsa bile artık yok olmuştur diye geçirdim içimden.

Balık ekmeklerimiz geldiğinde ben içeceğimi açarken Erkan şaşırtıcı bir soru soruyor.

"Murat'a Fransa'da söyleyeceğim demiştin?"

"Söyledim," diyorum.

Çekine çekine "tepkisi ne oldu," diyor. 'Murat seni seviyor, yanında olacak' demişti bana Erkan bu olayı ilk öğrendiğinde, sanırım bu dediğinin tersi çıkar da haksız duruma düşer diye çekiniyor.

"Dediğin gibi yanımda olacak. Senin bildiğini söylemedim."

"Söyleseydin, sorun olmazdı."

"Bilmiyorum, ondan önce senin öğrenmen Murat'a nasıl hissettirirdi?"

"Anladım, kimleri biliyor?"

"Tonguç, Ela ve Kerim'i. Zaten bilen kişiler de sadece bu kadar."

"Polise gidecek misiniz?" Diyor balık ekmeğinden ilk ısırığını alırken.

"Evet," diyorum. "Belki yarın gideriz belki yarından da yakın."

"İyi olur. İşiniz kolaylaşır Öznur. Murat gibi bende yanındayım," içeceğinden bir yudum aldıktan sonra düzeltiyor "biz de yanındayız."

"Zaten siz de olmasanız..." Derin bir iç çekiyorum. Herhalde söyleyecek kimsem olmasa bu çektiklerim daha zor olurdu, daha yalnız hissederdim kendimi.

Kadir sonunda mekandan çıkıyor, onun yüzünü görmek bile kendimi kötü hissettiriyor bana. Kötü insanlar kötü enerji getirir.

"Uğraşıyor mu hâlâ Mavi Nefes seninle?"

"Şaşırtıcı bir şekilde hayır. On gün falan oldu herhalde. Ama bence bu fırtına öncesi sessizlik."

"Bırakmıştır belki de senin peşini."

"Emin ol o benim peşimi bıraksa bile ben kim olduğunu öğrenmeden onun peşini bırakmam Erkan."

"Kendi kafana göre işler yapma," diyor kızını uyaran bir babanın ses tonuyla "hepimiz yanındayız birimizden birine ne yapacaksan söyle. Tek başına bir işe kalkışma."

"Hiç merak etme, Murat'ın beni tek bırakmaya da niyeti yok zaten. Bugün işe bile tek başıma zor geldim ya illa kendisi bırakacakmış. Senin bu arkadaşın hep bu kadar zor muydu Erkan?" Diyorum gülerek.

Erkan'da tebessümle "hep böyle zordu" diyor.

Ben nasıl Ela'yı ezelden beri tanıyorsam, her şeyini biliyorsam Erkan'la Murat'ta öyleydi. En yakın arkadaşlar bazen kendi sevgilinden de yakın oluyordu. Bu yüzden Erkan'ın Murat'ın benim bilmediğim bir çok şeyini bildiğini hissediyordum. Normal olan da bu değil miydi.

Balık ekmeklerimizi yemişiz denize karşı helvalarımızı yiyoruz. Sobadan gelen ses, mekanın dekorasyonu insanın içine huzur dolduruyor. Erkan iddiayı kazandığı için ofistekilerden her gün birisi yemek ısmarlayacak. Ben en son bu iddiayı ne zaman kazanmıştım acaba, yazın Pelin'in davasının ne kadar sürede biteceğini ben doğru tahmin etmiştim. Aylar geçmiş, hâlâ doğru bir tahminim yok. Savcı olsanız da bazen doğru tahminlerde bulunamıyorsunuz.

Hesabı öderken telefon zil sesimi duyuyorum, apar topar ücreti ödedikten sonra kabanımın cebinden telefonu çıkararak arayan kişiye baktığımda Kerim amirin aradığını görüyorum.

"Efendim," derken Erkan'la mekandan çıkıyoruz.

"Nasılsın Öznur, döndünüz mü eşinle."

"Evet, dün gece döndük."

"Daha iyi misin!" Diye soruyor. 1 haftadır sorduğu şekilde.

"Daha iyiyim," diyorum. O sırada Erkan arabaya binerken 'bir dakika' işareti yaparak parmağımı kaldırıyorum. Erkan beni arabada bekliyor. "Sen nasılsın?" Diyorum telefonda ki Kerim'e.

"İyiyim, aynı. İşe başladın mı."

"Evet döndüm bugün yeniden. Döner dönmez hemen bir dava kaptım bile."

"Aferin kız," diyor tebrik edercesine.

"Kerim bu davadan senin haberin vardır, aynı okulda üç kız öğrenci kaçırılmış. İlk kaçırılan öğrenci kurtulmuş falan şimdi biz de onunla görüşmeye gidiyoruz."

"Evet haberim var, bizim ekip çalışıyor üzerinde."

"AA," diyorum. Pekte şaşırılacak olay değil aslında emniyette herkesin birbirinden haberi vardır nasılsa. "Siz de daha çok bilgi vardır o zaman, bize daha bugün verildi dosya."

"Elimizden geldiğince araştırıyoruz, zor bir dava."

"Öyle duruyor," derken gözüm arabanın içinde ki Erkan'a kayıyor. Kolunu cam kenarına yaslamış, başını avucuna koymuş öylece bakıyor. Bana. İki saniye daha geçmeden benim ona baktığımı fark ederek denize çeviriyor bakışlarını.

"Bir ara uğra yanımıza, dava hakkında konuşalım," diyor Kerim.

"Olur, tamam. Bugün vakit kalırsa uğrarım, olmadı yarın."

"Tamam, görüşürüz. Dikkat et." Diyerek kapatıyoruz telefonu.

Arabaya biniyorum, çantamdan dosyayı çıkararak İnci Masal'ın ailesinin evinin adresini Google haritalara yazarak navigasyonu açıyorum. Erkan navigasyon sesine göre arabayı sürmeye başlıyor.

~~

Elimizde ki her dava ilginç olduğu gibi heyecan vericiydi de. Savcı olmak sanki bebekliğimden beri beklediğim bir şeymiş gibi. Savcı olmasam ne olurdum hiç bilmiyorum, lisede bir ara matematik öğretmeni olmak istemiştim ama bu sevdam kısa sürdü. Hem şimdi Ela'yı, okulda öğrencilerden çektiği çileyi gördükçe iyi ki olmamışım diyorum. Gerçi Ela en azından öğrencileri tarafından kaçırılmıyordu, bense katiller tarafından kaçırılıyordum.

Ela, bu olayların geçtiği lisede öğretmendi onunla konuşsam, içeriden bir öğretmenle konuşsam kesinlikle daha fazla bilgiye sahip olurduk. Öğretmenler öğrencilerini tanırdı: kimin ne yaptığını, nasıl bir kişiliği olduğunu, kiminle takıldığını, kiminle sevgili olduğunu, kimi sevmediğini... Öğrenciler bazen ailesinden çok öğretmenlerini görmüyor muydu? Öğretmenler çoğunlukla ailelerden daha çok şey biliyordur. Fakat maalesef ki bu dava sızmayacaktı, ne öğrencilere ne de öğretmenlere. Kimse korkmadan biz bu davayı sessizce bitirecektik.

İnci Masal'ın ailesiyle beraber yaşadığı evin önünde arabayı durduruyor Erkan. Pardon apartman değil bildiğiniz bir sitenin önündeyiz şu an, mahalle tarzı bir yer değil. Aynı tarz apartmanlar sıralanmış bir şekilde, yürüyüş alanının da olduğu bir sitedeyiz. Lüks bir yere benziyor.

Geleceklerimizden haberi var, zili çalışıyoruz. Kapıyı bir genç kız açıyor "merhaba, biz aramıştık gelmeden önce. Savcı Öznur Büyüktopçu" diyerek kendimi tanıtıyorum.

Kız içeri sesleniyor "anne, bir baksana" diye. Üç saniye kadar sonra annesi beliriyor kapının önünde. Kapıyı açan kızın İnci olma ihtimalini varsaymıyorum, bu kadar rahat olamaz.

"Buyurun," diyor kadın. Biz ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girerken açıklama yapıyor, "İnci uyuyor, siz geçin oturun ben uyandırayım. Hale sen ilgilen." Diyor kapıyı açan kıza. Adının Hale olduğunu öğrendiğimiz genç kız bizi oturma odasına alarak "çay içer misiniz, yeni demlemiştik." Diyor.

"Teşekkür ederiz, almayalım" diyor Erkan.

"Sen İnci'nin ablası mısın?" Diye soruyorum.

"Evet."

En azından burada doğru bir tahminde bulunmuşum.

"Liseye mi gidiyorsun sende?"

"Hayır ben geçen yıl mezun oldum şu an üniversite sınavına çalışıyorum," diyor.

"Anladım, bu olaylar olunca senin için de zor olmuştur."

Bir şey demeyerek sadece tebessüm ediyor. Annesi önce mutfağa uğramış olacak ki elinde tepsiyle beraber bize çay getiriyor.

"Gerek yoktu, teşekkürler" diyorum Erkan'la benim çay bardağımı tepsiden alarak.

"Estağfurullah o kadar evimize gelmişsiniz." Diyor kadın tepsiyi masanın üzerine bırakıp karşımızda ki üçlü koltuğa otururken.

"İnci'yi uyandırdım elini yüzünü yıkayıp gelecekti en son."

Bunu dedikten sonra benim bir şey dememe gerek kalmadan İnci diye düşündüğüm genç kız odadan içeri giriyor. Kumral saçları dağınık ve yağlı, üzerinde ki hırkanın giyilmekten dirsek kısımları belirmiş aynı şekilde altında ki pijamanın da diz kısmı iyice şekil almış. Göz altı torbaları bariz belirgin, kaç gecedir doğru dürüst bir uyku çekmiyor acaba.

"Merhaba İnci, biz davadan sorumlu savcılarız." Elimi uzatıyorum, korkarak elimi sıkıyor. Annesinin yanında, karşımızda ki üçlü koltukta yerini alıyor.

"İyi misin," diyorum.

Hayır anlamında başını iki yana sallıyor.

"İyi olacaksın, geçecek." Diyorum. Ablasına ve annesine bakarak "bizi yalnız bırakabilir misiniz" dediğimde İnci korkmuş bir şekilde annesinin elini sıkıyor.

"İnci korkma, biz sana yardım etmek için buradayız. Senin evindeyiz, annenle ablan sadece diğer odada olacaklar." Güven verici ses tonum İnci'de de işe yaramış olacak ki annesinin elini sıkmayı bırakıyor. Annesi ve ablası kalkarak yan odaya geçiyorlar. Annesi gitmeden evvel "lütfen fazla üzerine gitmeyin hâlâ olayın şokunu yaşıyor" diyor. Tebessümle kafamı sallıyorum.

Bu sefer konuşan Erkan "İnci öncelikle bize güvenmeni istiyorum. Biz savcıyız. Polisler gibi biz de sana yardım için buradayız. Bizim sana yardım etmemiz için sen de bize yardım edebilir misin?" Diyor.

Kız önce Erkan'a, sonra bana, sonra tekrar Erkan'a bakarak kafasını 'evet' anlamında sallıyor.

"Sen çok cesaretli bir kızsın, oradan kaçtığına göre," diyorum. Kendine olan güvenini geri getirmeliydik. "Olayları en baştan bize anlatabilir misin, polislere anlattığın gibi. Belki gözden kaçırılan bir şey olmuştur, belki onlara anlatmaya korktuğun bir şey olmuştur. Bize burada her şeyi anlatabilir misin?"

İnci az önce Erkan'a kafa salladığı gibi bana da aynısını yapıyor. "Kaçtım, kurtuldum ama diğerleri hâlâ orada." Diyor. İlk cümlesinde bile diğerlerini düşünmesi ne güzel. Güzel ama acı.

"Onlarda kurtulacak. Kaçıp kurtulamasalar bile biz bulacağız, kurtaracağız onları." Dediğimde kız bir umutla gözlerime bakarak "hemen bulun" diyor.

"Hemen bulabilmemiz için senin bize yardım etmen lazım İnci. Nasıl kaçırıldın? Bize olayları en başından hiçbir şey atlamadan anlatabilir misin?"

"Okuldan eve dönüyordum," diye başlıyor. Sesi her kelimesinde titriyor, güçsüz çıkıyor. Boğazında bir yumru olduğu belli fakat öksürse bile geçmeyecek bir yumru bu. "Kursa kalmıştım dönüşte hava kararmıştı. Tam hatırlamıyorum o kısımları ama bir el benim ağzımı kapatmıştı, çabaladım kurtulmak için o an çok çabaladım ama bayılmıştım. Ayıldığımda bana..." Sustu, gözlerini kaçırdı.

Uyandığında kıza ne yaptığını tahmin edebiliyordum. "Cinsel tacizde bulunmuş sana bunları biliyoruz ama sen ondan daha güçlü bir kızsın sende bunu biliyorsun değil mi İnci?" Diyor Erkan. Sesi ne kadar sakinleştiriyor İnci'yi. Normalde böyle olaylardan sonra kızlar erkeklere karşı kin beslerdi, tüm erkeklere karşı bir nefret birikirdi içlerinde ama şu an öyle olmamıştı. İnci Erkan'a güvenmişti.

"O anları geçebilirsin İnci, sonra neler oldu," diye soruyor Erkan.

"Kendimde değildim ama ellerimin, ayaklarımın bağlandığını hissediyordum. Ne kadar süre baygın kaldım hatırlamıyorum. Uyanıp tekrar bayılıyordum, olayın şokunu ne kadar sürede atlattım, atlatamadım. Kendimi toparlamam gerekiyordu öyle olmayacağını düşündüm. Nezarethaneyi anımsatıyordu olduğum yer, yan yana parmaklıklar vardı. 5 tane. İlk parmaklıklar ardında ben duruyordum diğerleri boştu. Hem parmaklıklar ardındaydım hem de zincirliydim. Ve tacize uğramıştım." Son cümlesini o kadar zorla söylüyor ki duymak için yarım metre yakınında olmanız gerekiyor.

"Sen oradayken adam tekrar bir şey yaptı mı," diye soruyorum.

"Evet," dediğinde titreyen sesi karşısında kalbim titriyor. Ne kadar korkunç bir şey. "Bir kaç defa diğerleriyle birlikte hepimize tec... tecavüz etti."

Pezevengin zevkine bakar mısınız, kaçırdığı kızları bir araya toplayıp aynı anda hepsine tecavüz ediyor. Nerenin orospu çocuğuydu bu.

"Peki İnci, diğer kızları tanıyor musun? Aynı lisedesiniz."

"Tanıyorum. Bir muhabbetimiz olmadı," diyor.

"Senden sonra senden bir yaş büyük olan Deniz Şanlı'yı kaçırmış, o süre boyunca sana bir şey yaptı mı?"

"Hayır, psikolojik baskı dışında hayır yani. Gündüzleri çıkıyordu bir kaç saat olmuyordu, saat kaçta çıkıyor saat kaçta geliyordu bilmiyorum zaman kavramımız iyice yok olmuştu. Günün dörtte üçünü bizim yanımızda geçiriyordu, yüzünde hep yarısı siyah yarısı kırmızı olan maskesi vardı. Yine bir gün dışarı çıktığında bir kızı taşıyarak geri döndü, kız da kendimi gördüm. Dikkatli baktığımda bizim okuldan bir kız olduğunu anlayabildim. Deniz'di: uyanmasına yakın benim gözlerimin önünde ona tecavüz etti... Kaç dakika, kaç saat sürdü bilmiyorum... O seslerin bir an önce bitmesini istiyordum, Deniz'in yalvarışları, o pisliğin kahkahalarına karışıyordu. Hayatımda bu kadar iğrenç, bu kadar aşağılayıcı bir şey görmemiştim. Deniz kendinden geçip bayıldığında onu benim yanımda ki parmaklıkların ardına atarak aynı benim gibi zincirlemeye başlamıştı. Zincirlerin anahtarları hep sol arka cebindeydi, orada kaldığım sürede bunu öğrenmiştim."

Anlattıkları sonunda konuşamıyorum, ne kadar zor bir durumdu bu. Konuşsam ne diyecektim, ne soracaktım aklımda ki tüm sorular gitmişti. Benim yerime Erkan soruyor tüm soruları.

"Sence sen bu adamı tanıyor musun?" Diyor Erkan.

"Bilmiyorum, sesi hep maske olduğu için boğuk geliyordu, hep balgamlı bir sesi vardı. Öksürse bile sesinde ki o balgamın gittiğini duymadım."

"Sesi hiç tanıdık gelmedi mi, tanıyor olabileceğin bir insan olabilir."

"Bilmiyorum." Diyor İnci ellerini başının iki yanına alarak. O anları hatırlamak ne kadar güçtü kim bilir şu an.

"Peki İnci, sence bu adam sizi tanıyor muydu?" Diyor Erkan yeni bir soruyla.

"Bence tanıyordu." Diyor İnci. Bu bile işimize yarayacak bir bilgi.

~~

İnci'yle bir saati geçik süre kadar olanların üzerinden geçiyoruz. Savcı ve kurban ikilisinden çok bir ağabey bir abla bir kardeş üçlüsü gibiyiz. Erkan'la ben en ince ayrıntısına kadar sorular soruyoruz, İnci başlarda zorlansa da sonra bizimle olan bu muhabbet onun cesaretini yerine getiriyor.

Bir saat sonunda öğrendiklerimle beraber kanım donuyor sanki, tüylerim yine diken diken. İnci'nin her anlattığı şeyle beraber Erkan'la biz sanki daha çok zorlanıyoruz.

İnci'nin bize anlattıklarını gözden geçiriyorum: kaçırılması, tecavüze uğraması ardından zincirlerle parmaklıklar ardına bağlanması, bir haftanın nasıl geçtiğini bilmeden Deniz Şanlı'nın kaçırılması ve onun tecavüzüne şahit olması, Deniz'in bağırışları karşısında bir şey yapamaması, bir hafta daha geçtiğinde iyice ilk çağ insanlarına dönmesi ve o sırada birisinin daha kaçırılmasına şahit olmuştu. Üçüncü ve son kaçırılan öğrencinin (Nisa Kurak'ın) de tecavüzüne şahit olması. Sonra adamın ellerini ve kollarını bağladığı zincirleri çözerek onları parmaklıktan çıkarması, İnci'nin 'bizi salacak' diye düşünmesi ama daha dakikalar geçmeden adamın kızları tek tek soyarak üçünün aynı anda tekrardan tecavüze uğraması.

Adamın iğrenç kahkahaları karşısında o üç genç kızın yalvarışları...
Kulaklarım sanki o anları kendim yaşamış gibi, o sesler kulaklarımda. Kulaklarım, kanlı.

Erkan'la ofise dönerek dava üzerinde, dosyalar üzerinde çalışıyoruz. Kaç saat geçmiş anlamadan ofisin boşalmasıyla saatin altıya geldiğini görüyorum. Murat merak ederek beni aramasa hiç fark edecek bir durumda değilim.

"Efendim Murat?" diye açıyorum telefonu. O sırada Erkan dudaklarını kıpırdatarak 'selam söyle' diyor. Başımı sallayarak mutfak tarafında doğru ilerliyorum. Ofiste ben, Erkan ve Pelin dışında diğerleri gitmiş bile.

"Sevgilim, neredesin?" Diyor sesinde ki endişeyle.

"Ofisteyim canım, ne oldu?"

"Merak ettim saat altı oldu hâlâ gelmeyince."

"Ofiste çalışıyorum, bugün yeni bir dava verildi eve gelince anlatırım. Sen neler yaptın?"

"Arkadaşlarla görüştüm, iki saat oluyor eve geleli."

"Tamam aşkım bende çıkarım şimdi."

"Almaya geleyim mi?" diyor telefonun ucunda ki Murat.

"Saçmalama Murat, ben gelirim. Ha bu arada Erkan'ın selamı var." diyorum.

"Tamam ama dikkatli ol. Sende selam söyle."

"Olurum aşkım, öptüm. Görüşürüz."

"Bende öptüm, görüşürüz."

Telefonu kapatıp hazır mutfaktayken kendime bir bardak su koyarak içiyorum. Masama doğru yürüdüğümde Pelin'in de ofisten çıktığını görüyorum, Erkan hâlâ dosyalar üzerinde çalışıyor.

"Pelin' de çıkmış," dediğimde sonunda dosyalardan başını kaldırabiliyor Erkan.

"Evet az önce," diyor.

"Bende çıkıyorum," şimdi dediğimde dosyaları toparlıyorum.

"Tamam ben toplarım, çık sen."

"Sen?" Diye soruyorum.

"Ben biraz daha bakacağım," diyor.

"Tamam bir şey dikkatini çekerse beni de ara söyle."

"Tamamdır."

Kabanımı giyip bir kaç eşyamı da çantama attıktan sonra "Murat'ın da selamı var," diyorum. Ofisten çıktığımda telefonum çalıyor, Ela'nın aradığını görüyorum.

"Efendim?"

"Napıyorsun?"

"İyi, ofisten çıktım şimdi eve geçiyorum. Sen?"

"Oh iyi iyi. Bende sizin ofisin oralardayım da çıkmadıysan yemek yiyelim diyecektim."

"Murat'ta evde bekliyor ama."

"Aman söyle o da gelsin,"

"Tamam, dur kapat ben arayayım Murat'ı."

Ela'nın telefonu kapatmasıyla daha telefon görüşmemizin üzerinden beş dakika geçmediği kocamı arıyorum.

"Efendim canım," diye açıyor telefonu.

"Ya Murat ben tam ofisten çıktım şimdi Ela aradı, yemek yiyelim diyor. Gelsene sende."

"Şu an öyle rahatım ki evde, siz gelin evde yiyelim."

"Yok ama oradan Ela'ya ters geliyor bu sefer."

"Tamam o zaman siz yiyin, kızlar akşamı yapın." Diyor gülerek.

"Ee sen ne yiyeceksin, evde bir şey yoktu." Diyorum.

"Sipariş veririm," diyor.

"Sende çık istersen Arda'larla."

"Yok sevgilim, evde beklerim ben seni. Fazla geç kalma," diyor.

"Tamam, gelirim 1-2 saate." Diyorum.

Telefonu kapattıktan sonra tekrar Ela'yı arayarak nerelerde olduğunu öğrenip yanına gidiyorum. Ofise yakın bir restoranda, cam kenarında yerini almış. Önce bir çorba içiyoruz, sonra kebap yerken aklımda Ela'nın okulunda olan ala onun haberinin olmadığı olaylar var. Çok söylemek istiyorum ama söylemek doğru bir şey değil. Hem de şu an Ela'yı korkutmak istemiyorum. Vakit nasıl bu kadar hızlı geçiyor Ela'nın yanındayken? İki saattir oturmuş burada sohbet ederek yemek yiyoruz.

"Arabayla mı geldin," diye soruyorum.

"Evet. Çok gözün kaldı di mi yeni arabamda," diyor.

"Ay haspama bak, benim kırmızı arabam daha güzel."

"Hayır benim ki," diyor mızmız Ela.

"Tamam, Ela. Senin ki dünya da ki en mükemmel araba," diyorum gülerek. 23 yaşımda kredi çekerek ilk arabamı aldığımda bende böyleydim sanırım. "Arabam büronun önünde, burada beklesene gidip alayım. Hem ofisten almam gereken dosyalar da var," diyorum.

"Tamam, gelmek için on dakikan var," diyor.

"Saymaya başla, on dakika dolmadan buradayım," dediğimde çoktan ayaklanıyorum.

Hızlı adımlarla ofisin önüne geldiğimde çoktan yedi dakikam geçiyor bile. Artık tek yapmam gereken yukarı çıkarak dosyaları almak tekrar aşağı inmek ve arabayı çalıştırarak iki dakika da restoranda gitmek.

Ofisin merdivenlerini çıkarken Ela arıyor, dur be kızım daha üç dakikam var.

"Nerede kaldın be?"

"Daha üç dakikam var," dediğimde gülmeye başlıyor.

"Bir de sayıyor musun."

"Saymaya başla derken çok ciddiydim."

"Sen iflah olmazsın vallahi."

Ofisin içine girmeme üç basamak kaldığında "dur geldim, dosyaları alıp çıkıcam" diyorum. Hava karanlık ama ofisin bizim tarafta ki ışıkları açık, kapının girişi hâlâ karanlık. Ofisin benim masamın olduğu kısma baktığımda yan masamda yatan Erkan'ı görüyorum, uyuya kalmış. "AA Erkan burada," diyorum fısıltıyla.

"Oha hâlâ çalışıyor mu o," diye şaşıran Ela'nın sesini duyduktan sonra bir şey fark ediyorum.

Nefesimi düzene sokmaya çalışırken hiç arkama bakmadan sadece Erkan'a bakarak sessiz adımlarla korka korka masama doğru ilerlediğimde 'lütfen bu doğru olmasın' diyorum. Ofiste Erkan'ın düzene girmiş sessiz nefesleri yanında benim korkuya karışmış düzene sokmaya çalıştığım ama sokamadığım nefeslerimin karşısında bir nefes daha var. Ofiste Erkan ve benim dışımda birisi daha var, tam arkamda.

"O burada," diye bağırdığımda arkamda bir şeyin düşmesiyle hemen arkamı dönüyorum ve o zaman görüyorum kapının arkasına saklanmış maskeli birisinin kaçtığını.

Koş, koş, koş. Tüm gücünle koş Öznur.
Mavi Nefes kaçıyor, yakala onu!


Merhabalar, yaz ayınızı kutlarım umarım bu yaz bütün güzellikleriyle gelir. :)))

Normalde her hafta salı günü atıyorum yeni bölümleri dikkat etmişsinizdir ama Cuma günü bir yeni bölüm daha atacağım çünkü 5 Haziran doğum günümmm🤫

15.bölüm çok uzun oldu bu yüzden bende ikiye böldüm. İlk partı Cuma günü (doğum günümde :)))) ) ikinci partı ise her zaman ki gibi kendi gününde yani Salı günü gelecek.

Sağlıklıcakla kalın değerli okuyucularım...


02.06.2020


Mavi NefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin