Herkese selamm, iki hafta oldu yeni bölüm atmayalı ama pes etmek istemedim. İnşallah bu bölümü de beğenirsiniz...
Umarım hepiniz iyisinizdir, bir gülümseme oluşuyordur yüzünüzde. Ne olursa olsun o gülümseme eksik olmasın yüzünüzde...
Yüzüm gözüm şişene kadar ağlamak istiyorum.
Bir shot daha atıyorum Murat'a sarhoş halimle gülümserken.
İçip sabaha kadar bayılmak istiyorum.
Shot bardağını masaya sertçe vuruyorum, kaçıncı shot atışımdı bu, yediden sonrasını saymamıştım. Bu akşam kafayı dağıtmaya resmen söz vermiştim. Bu kafa pazartesiyi bırak haftaya cumartesi gününe kadar kendine gelemezdi.
Bir cumartesi akşamındaydık: saat daha gece on ikiyi geçmemiş, biz buraya geleli 3 saat falan oluyor. Ofise yeni başlayan avukatların gelmesini kutlamak için bu akşamı flamingo barda kutlamak isterken bu durumdan faydalanıyordum. Ofisteki herkes, Murat ve Ela'da buradaydı. Tam tamına dokuz kişiyiz. Bu sefer Mehmet abi ve eşi erken ayrıldı yanımızdan, onun deyimiyle 'gençler' gecesindeyiz.
Masada en çok dağılan ben ve Tonguç'uz. Tonguç ezelden beri içmeyi sever, ama bu gece sanırım benden de cesaret bulup abartmıştı. Bense tüm yaşadıklarımı bir gece de olsa unutmak istiyordum.
"Pş avukat, şu viskiyi uzatsana," diyorum masanın diğer köşesinde karşımda oturan Bora'ya. Bir şey demeden uzatıyor. Erkan ve Pelin hariç diğerlerinin kafası da iyiydi. Erkan her zaman ki gibi içerken bile usturupluydu.
Flamingo bara en son geldiğimizde Mavi Nefes ‘ten mesaj geldiğini hatırlıyorum, sonra bu mekandan hemen çıkışımızı. O zamanlar sadece Ela ve Tonguç biliyordu. Ne garipti ama. Yine aynı yerdeydik bu sefer fazla fazla insanlarla, fazla fazla içerek. Fark olmayan tek şey Mavi Nefes'in hâlâ olduğuydu. Hâlâ peşimde olduğu.
Peki Mavi Nefes Faruk ‘muydu? Maalesef Kerim'in dediği gibi bu sadece bir ihtimaldi ama içime bir kurt düşmüştü bir kere. Sınavda da ilk düşündüğümüz şık hep doğru olurdu, şimdi de ilk düşündüğümüz kişi aradığımız takipçim olabilirdi.
Eslem sevgilisini arıyor nerede kaldın diye hesap sorarak, bu seste nasıl birbirlerini duyabiliyorlar merak ediyorum. Geçen de ofise başladığı ilk gün Eslem'e gelen gül ve lavantaları gönderen kişi birazdan gelecek olan sevgilisi.
Ofistekilere sizler de erkek/ kız arkadaşlarınızı çağırın demiştik. Fakat yeni başlayan üç avukatımızdan başı bağlı olan sadece Eslem çıkmıştı. Burak'ın zaten uzun süredir kız arkadaşı olmadığını biliyorum. Bora'nın ise bu insanlara gönderdiği soğuk bakışıyla kız arkadaş bulabileceğini sanmıyorum.
"Sevgilim, biraz yavaşla artık daha saat on ikiyi görmedik," diyor Murat kulağımda sadece benim duyabileceğim bir şekilde bağırarak. Gerçi birden müzik kesilse herkesin duyabileceği bir tondandı.
Eskilerden hatırladığım bir anı canlanıyor gözümde, gülüyorum. Lise zamanlarında Ela ile bir komşumuzun düğününe gittiğimizde Ela tam küfür ettiğinde müzik durmuştu. Ve salonda Ela'nın sesi yankılandığında herkes etrafına bakıyordu bu terbiyesiz kim diye. Yıllar geçse de unutamayacağımız bazı anlar vardı, bu da onlardan birisiydi işte. Aslında çok komik olmayan ama bizim saatlerce güldüğümüz bir anı.
"Tekilayı özlemişim," diyorum Murat'ın kulağına eğilerek.
"Biraz ara ver."
Murat'ı dinlemenin doğru bir şey olacağını bildiğimden içkimin son yudumunu da kafama dikerek bardağı masaya bırakıyorum, yeniden doldurup elime almadan. Bir süre ara versem gerçekten iyi olabilir. Bu içtiklerimin etkisi bile yarım saat sonra çıkacaktı.
Şu an sarhoş değildim bunun farkında olacak kadar kafam yerindeydi, bulunduğum duruma çakır keyif diyebilirdik.
Napayım, çok denemedim mi başıma gelenleri unutmak için? Daha bir kaç gün önce takipçimin karşı komşumun oğlu olabileceğini öğrenmiştim. Farkına varmıştım demiyorum çünkü bunca zaman hiçbir şeyin farkına varamamıştım. Savcı bir insan böyle bir detayı nasıl geçebilir aklım almıyordu.
Takipçimin Faruk olabileceğini sadece ben, Kerim, Ela ve olayı araştıran Kerim'in ekibi biliyordu. Neden Murat'a söylemedim diye düşünmüyorum bile çünkü eğer söylersem benim gibi mantıklı bir şekilde oturup bunun sadece ihtimal olma olasılığını es geçip Faruk'a kötü şeyler yapacağından eminim.
Takipçimi kim görmüştü ki şu ana kadar? Ben onu kovalarken çok uzaktan Erkan tanıklık etmişti sadece buna. Bir de kaçırıldığım sıra İrem görmüştü. Gerçi bana tarif ettiği kişilik ile benim kovaladığım kişinin aynı insan olmadığını biliyordum. Ya da İrem yalan söylüyordu? Ya da İrem tehdit edilmişti? Ya da İrem'in beni kaçırması bile planlı olan bir şeydi? O kadar çok düşünce vardı ki beynimde, her an herkesten şüphelenip her türlü soruyu kendime soruyordum.
Bir korku filmi izlediğimde başrolün katilini/takipçisini veya kendini tehdit eden kişiyi bulamadığında bende oluşan sinirin yüz katı vardı şu an. 'Aptal! Gözünün önünde ki takipçini nasıl göremiyorsun. Hay ben böyle filmin...' diye laflar söylediğim bir film karakterine dönüşmüştüm sanki.
Pelin yanımızdan ayrılıyor, Cem geliyor onu almaya. Evde küçük kızları olunca Pelin'in yanımızdan erken ayrılmasına bir şey demiyoruz. Zaten bizimle oturup içmesi bile büyük bir şeydi.
Kalıyoruz sekiz kişi: Tonguç, Erkan, Eslem, Burak, Bora, Ela, Murat ve ben.
Birazdan Eslem'in erkek arkadaşı da gelirse yeniden dokuz kişi olacağız. Biz Eslem ve Bora'yla kaynaşmaya çalışıyoruz daha çok. Burak zaten ilk günden hemen kendisini bu ortama kaynaştıran birisi oldu. Tonguç'la onları çok benzetmeme şaşırmamak lazım.
"Ferit kapıdaymış ben onu karşılayayım," diyerek kalkıyor Eslem.
"Aa Ferit'miydi erkek arkadaşının adı," diyorum.
"Demek ki." Diyor Tonguç.
Bora'ya dönüyorum "siz daha önce Eslem'le tanışıyor muydunuz?"
"Hayır," diyor içkiyi benim gibi elinden bırakmış arkasına yaklaşmışken.
"Bizim ekiple de ilk defa tanışıyorsun sanırım. Ne güzel değişiklik olmuştur." Olduysa oldu sana ne Öznur?
"Öyle," diyor sadece. Öyle. Ah, aramıza duble bir Erkan katıldığını düşünüyordum şu an. Kaynaşmak için, birbirimizle sohbet etmek için flamingo barda düzenlediğimiz bu gecenin sonunda sinir olarak eve dönen kişi ben olacaktım sanırım.
"Sevgilim seni yeni iş arkadaşlarımla tanıştırayım," diyen Eslem'in sesini duyunca arkamı dönüyorum. "Erkek arkadaşım Ferit, Ferit bunlarda iş arkadaşlarım," diyor Eslem sadece ofiste çalışanları göstererek.
Ferit diye tanıttığı erkek arkadaşını şu an çakır keyif olduğum için ben mi yanlış görüyordum yoksa gerçekten gördüğüm kişi miydi? Murat'a dönerek "bu..." Diyorum.
"Evet, o" diyor Murat, ne düşündüğümü anlayıp onay vererek.
Eslem'in erkek arkadaşım diyerek tanıttığı kişi bizim Fransa'da Eyfel kulesinin önünde karşılaştığımız Türk'tü.
"Merhaba Ferit, memnun oldum." Diyorum ayağa kalkmadan yerimden elimi uzatarak. Biliyorum ki ayağa kalkarsam yalpalayacağım. "Acaba bir ikizin var mı?"
Ferit, Murat'la bana bakarak gülüyor. "Hayır."
"Neler oluyor?" Diyor Eslem.
"Geçen hafta Fransa'da karşılaşmıştık," diyor Ferit. Bize o gün kendisini Deniz olarak tanıtmamış mıydı sahi?
"Vay be! Tesadüfe bak." Diyor Eslem ve Ela aynı anda. Tonguç ve Burak sırıtarak olanları izlerken Erkan ve Bora bizden bağımsız bir şekilde öylece oturuyorlar. Sanki birisi onlara para verip burada oturacaksınız demişte onlarda bunu uyguluyormuş gibi ikisi de. Bir insan pardon iki insan bulunduğu ortamdan bu kadar mı hoşnut olmazdı.
"Tekrar karşılaşmamızın böyle olmasını beklemezdim," diyor Ferit.
Murat benim aksime ayağa kalkarak selamlıyor Ferit'i. İleride iyi arkadaş olacaklarını seziyorum.
"İyi oldu ya, çok iyi oldu böyle," diyor Murat.
Ben ise "adınız Deniz değil miydi?" Diyorum.
"Ferit Deniz," diyor Ferit Eslem'le artık oturarak.
Enteresan bir durum olarak karşılıyorum şu an olanları. Dünya gerçekten küçüktü, buna bir kez daha Murat'la şahit olmuştuk.
O gün Fransa'da kısa bir muhabbetimiz olmuştu sadece, görüşürüz derken gerçekten bir hafta sonra İstanbul'da karşılaşabileceğimiz kimin aklına gelirdi ki?
Ne benim, ne Murat'ın ne de Ferit'in. Gerçi Ferit mi demeliydim yoksa Deniz ‘mi bilmiyorum. Sonuçta onu ilk Deniz ismiyle tanımıştık.
"Hangi adını kullanıyorsun?" Diye soruyorum.
"Ben Deniz'i tercih ederim."
"Vallahi ben Ferit ismini daha çok seviyorum aşkım," diyor Eslem.
"Biz Deniz diyelim, sen Ferit dersin. Sana özel olur hem," diyerek böyle parlak bir fikir ortaya atan Ela.
Eslem gülerek onayladığında biz de onaylıyoruz.
"Biliyor musunuz benim de ikinci ismim Tonguç aslında. Ben Tonguç'u kullanıyorum," diyor Tonguç.
"Allah Allah ilk ismin neymiş?" Diye soruyor Ela.
Tonguç'un "Abdurrahman," demesiyle hepimiz gülüyoruz. Hepimiz derken kimleri kast ettiğimi az çok anlamışsınızdır artık.
"Umarım şakadır," diyen yine Ela oluyor. Fark ediyorum da Ela ve Tonguç git gide iyi anlaşmaya başlıyor.
"Şaka canım şaka, korkma," diyor Tonguç kahkahaya yakın gülmesiyle.
Biz sohbeti ilerletmiş, benim de kafam içmediğim o bir saatte biraz olsun yerine gelirken "çoğumuz yeni tanışıyoruz birbirimizle di mi?" Diyor Ela.
Evet anlamında kafamızı sallıyoruz. Bu gece ki masa çok değişik bir masaydı. Birbiriyle yıllardır arkadaş olan mı dersin, birbiriyle sevgili olan mı dersin, birbiriyle karı koca olan mı dersin, birbiriyle iş arkadaşı olan mı dersin her kategori vardı. Ela'yla 20 yıldır tanışmamızın dışında daha bugün yeni yeni tanıyor olduğum insanlar vardı.
"O zaman daha iyi kaynaşabilmek için şişe çevirmece oynayalım."
"Çüş Ela, lisede mi kaldın sen hâlâ." Diyorum.
"Ee gününün çoğunluğu lisede geçiyor aşkım şaşırmamak lazım," diyor Murat gülerek. Ela lisede biyoloji öğretmenliği yaparken iyice lise anlarına dönmüştü anlaşılan.
"Niye öyle diyorsun enişte, iyi fikir bence." Diyerek Ela'nın tarafında olan Tonguç.
"Evet, evet. Bende sevdim bu fikri. Ne zamandır oynamıyordum biraz eskilere döneriz," diyen Eslem. Ee hal böyle olunca Deniz'de bu fikre olumlu bakıyor.
Bora ve Erkan'a çeviriyorum gözlerimi. Onlar böyle gayet iyi gibi duruyor.
"İkna etmemiz gereken bazı iki kişi var," diyorum Bora ve Erkan'ı işaret ederek.
"Beni pas geçin," diyor Erkan.
"Ya Murat şu arkadaşına bir şey söyle," diyorum.
"Erkan lisede de böyle oynamazdı zaten. Ah, ahh," diye yakınıyor sevgilim.
"Hadi Erkan ya, katılın sizde," diyor Ela bunu hem Erkan'a hem de Bora'ya bakarak söylüyor.
El mecbur Erkan ve Bora'da katılıyor bize, masa etrafında oturuş şeklimizi biraz düzelterek yuvarlak oluşturmaya çalışıyoruz. Kendimi en sekizli yaşlarıma dönmüş olarak hissediyorum, ne güzel günlerdi. Ne güzel anlardı.
Masada ki boş viski şişesini alıyor Ela, "o zaman başlıyorum," diyerek. Ve çeviriyor.
Viski şişesinin iki ucunun Ela ve Tonguç'a gelmesini istiyorum, eğlencemiz tam olarak başlardı. Tabii istediğim gibi olmuyor: viski şişesinin uç kısmı bende diğer kısmı Ela'da duruyor.
"Ya ama böyle olmaz ki biz birbirimizin her şeyini biliyoruz," diyor Ela ardından ekliyor "tekrar çevireyim."
"Dur, dur," diyerek Ela'yı engelleyen kişi Eslem oluyor. "Biz bilmiyoruz ama hadi Öznur sor."
Evet doğru, sadece ben biliyordum Ela'nın içini.
"Doğruluk mu cesaretlilik mi?" Diyorum yıllardır sormadığım bu soruyu sorarak. Gerçekten uzun süredir oynamayınca insan bir hasret çekmiyor değil.
"Doğrulukla başlayalım bakalım ilk baş," diyen Ela'ya Eslem'in erkek arkadaşı Deniz karşılık veriyor şimdi de "aa ama hep doğruluk da demeyin."
"Tamam ya, hadi Öznur sor," diyor Ela.
"Madem doğruluk o zaman en kolay soruyla başlıyorum. Erkek arkadaşın var mı Ela?" Diyorum kıkırdayarak. Ela'nın neredeyse bir yıldır erkek arkadaşı yoktu.
Çaktırmadan Tonguç'a bakmaya çalışıyorum, Ela'da öyle. Tonguç ise önüne dönmüş cevabı bekliyor.
"Hayır, yok." Diyen Ela'nın sesiyle birlikte Tonguç'un yüzünde oluşan hafif tebessümü sadece ben ve Ela görüyoruz. Ah, gerçekten bizim dışımızda ortamda ki aşk kokusunu soluyan, fark eden yok muydu?
Ela şişeyi kendine doğru çekip tekrar çeviriyor, o cevapladığı için. Bu sefer gelen sonuç daha komik oluyor. Erkan Deniz'e soracak. Ne soracağını gerçekten merak ediyorum doğrusu. Bu oyunu ilk defa oynuyor bile olabilirdi. Gerçi Murat'ın anlattığına göre kendi arkadaş ortamlarında gayet eğlenceliymiş, ama ben sekiz yıldır Erkan'ın eğlenceli bir tarafını görmüş değilim. Ya o göstermiyordu bize bu eğlenceli tarafını ya da biz kördük, Erkan'ı bir kere sessiz diye nitelendirip hiç üzerinde durmamıştık. Ah, ön yargılar.
"Doğruluk, cesaretlilik?" Diye soran Erkan.
"Cesaretlilik," diyor Deniz. İlk cesaretlilik cevabı bu kadar erken çıkmış oluyor masadan.
"Telefonunda en son attığın mesajı bize göster."
Yani, en azından çok eğlencesiz bir istek değildi.
Gözler Deniz'in üzerine çevriliyor, cebinde ki telefonunu çıkararak bir kaç saniye sonra telefonu bize çeviriyor. Telefonunda attığı son mesaj oldukça garipti.
! isimli kişiye
-şimdi gidiyorum.
Mesajı okuduktan sonra '!' olarak kimi kaydettiğini merak ediyorum ancak Eslem kadar değil.
"Kim bu?" Diye soruyor Eslem
"Bir arkadaş," diyor Deniz.
Bundan sonra aralarında ki konuşma devam ediyor ancak müziğin yüksek sesinden dolayı duymuyoruz, zaten insanların özeliyle pek ilgilenen birisi de olmadığımdan dolayı önüme dönüyorum. İki dakika kadar sonra Deniz çeviriyor şişeyi.
Murat Bora'ya soracak.
"Ee Bora, doğruluk mu cesaretlilik mi?"
"Cesaretlilik," diyor Bora. Bu masada ki erkekler çok mu cesurdu böyle.
Murat sırıtıyor, aklından neler geçiyor merak ediyorum. "Şu bardağın içinde ki buzları al, sağ cebine üç tane sol cebine de üç tane koy. Eriyene kadar dur," diyen Murat'a ağzım açık bakıyorum.
"Enişte senden korkulur," diyor Ela.
"Adam hasta olmasa bari," diyor Burak ama tabii bunu derken bile gülüyor.
Bora ise hiç itiraz etmeden bardakta ki buzları alarak üç tanesini pantolonunun sağ cebine diğer üç tanesini de sol cebine koyarak oturuyor.
"İstersen bir tur at daha kolay erir," diyor sevgili kocam, bunu derken eğleniyor. Herkes eğleniyor şu an. Erkan bile Bora'nın bu haline gülüyor. Sakın cesaretlilik deme Öznur diye tembihliyorum kendimi.
Bora buzlar hâlâ ceplerindeyken şişeyi çeviriyor. Burak ve benim aramda duruyor bu sefer. Burak bana soracak.
"Evet Öznur bu olanlardan sonra cesaretlilik demezsin diye düşünüyorum," derken Bora'ya bakıp gülmesi artıyor.
"Yok, yok. Tabii ki doğruluk," diyorum.
"Tamam o zaman..." Bir kaç saniye ne soracağını düşünen Burak karşısında bende heyecanlanıyorum. Uzun süredir bu oyunu oynamazsanız eğer, yıllar sonra ilk oynayışınızda size soru sorulacağı zaman heyecanlanacağınızdan eminim.
"Hayatının geri kalanında sadece mesajlaşarak iletişim kurabilecek olsan bu kişi Murat ‘mı olurdu yoksa Ela'mı?"
Hasiktir.
Annem, Can ve vefat etmiş babam dışında en değer verdiğim iki kişiydi bunlar. Birisi en yakın arkadaşım, diğeri hayatımı birleştirdiğim kocam. Çok farklı kategoridelerdi.
"Ama çok saçma," diyerek başlıyorum itirazıma. "Biri kocam, diğeri en yakın arkadaşım. Çok farklı."
"Ya hadi Öznur, birini seç," diyor Eslem.
"Hadi birini seç," diyenlerden biri soruyu soran Burak.
Murat'ın kulağına "sevgilim senin yerin farklı," diyorum. Sonrasında ise cevabımı vermeye hazırım. "Ela. Ela'yı seçerdim."
Ela kahkaha atarak Murat'a dil çıkarıyor. Diğerleri de bu kahkahaya katılıyor.
"Enişte biraz bozuldu sanki," diyor Tonguç.
"Bak şimdi ben çeviricem, dua et ben sana sormayayım Tonguç!" Diyorum.
Şişeyi çeviriyorum, bingo! Ben Tonguç'a soruyorum. Şimdi kahkaha atma sırası bende.
"Doğruluk mu cesaretlilik mi Tonguç Bey?" Derken gülmeme hakim olamıyorum. Az önce bana gülen herkesin benden çekeceği vardı. Ki zaten Murat benim Ela dememe kızmazdı, sonuçta kaç yıllık arkadaşımdı. Kaç yıllık yakın arkadaşım.
"Ya sana Burak sordu ben sıçtım burada iyi mi. Cesaretlilik."
Tonguç'un bu haline az önce bana güldükleri gibi gülerlerken daha amacıma ulaşmış değilim.
"Hoşlandığın kişiye bize de göstererek mesaj at, seni seviyorum diye."
Hoşlandığı kişinin kim olduğunu tahmin etmek zor değildi, bir süredir Ela'dan hoşlandığını fark etmiştim.
"Ben direkt yüzüne söylesem?" Diyor kimsenin beklemediği bir şekilde. Ve birden Ela'ya dönerek bir çırpıda "seni seviyorum," diyor.
Ağzım açık Tonguç'a bakıyorum. Ela'da aynı şekil. Hem şok olmuş ağzı açık, hem de mutlu olmuş ağzı kulaklarına varmış bir şekilde.
Tonguç'un o vurdumduymaz kişiliğinin altında aslında utanabilen bir çocuk yatıyormuş meğer. Yüzünün kızardığını, alnından itibaren boncuk boncuk terlediğini görebiliyorum. Bir süre hepimiz şokla onlara bakarken önce Ela toparlıyor kendini.
"Çevirsene," diyor Tonguç'a.
Tonguç Ela'nın bu komutunu yerine getirerek viski şişesini çeviriyor ancak sanki şu an aramızda yokmuş gibi. Onların bu liseli aşık hallerine bakarak tebessüm ediyorum. Ela'nın da az çok Tonguç’tan hoşlandığı belliydi. Ama bu geceden sonra her şey daha değişik olacaktı.
Tonguç çeviriyor, Bora bana soracak. Ah, bitmeyecek miydi bu zulüm? Bu sefer ki soru ne olacaktı merakla yerimde bekliyordum. Bora'nın cebinde ki buzlar daha yeni yeni erimesini tamamlamışken "doğruluk mu cesaretlilik mi," diye soruyor.
Tekrar "doğruluk," diyorum. İyi ki doğruluk dememiz için bir sınır koyulmamıştı da cesaretlilik deme zorunda kalmamıştım.
"Bir sırrın var mı? Varsa ne?" Diye soran Bora karşısında birden tüylerim dikiliyor.
Keşke cesaretlilik deseydim diye geçiriyorum içimden. İşte insanın fikirleri iki saniyede bile böyle değişebiliyordu.
Sol yanımda ki Murat'a bakıyorum. Ne cevap vereceğimi bilemiyorum çünkü. Sınav sırasında arkadaşından kopya isteyen öğrenciler gibiyim. Murat'ta benim gibi boş bakıyor, ikimizde ne söyleyeceğimizi, ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz. Ela'ya bakıyorum bu sefer, karşımda Bora'nın yanında oturan Ela'ya. Bu sorunun cevabını yanlış vermem gerektiğini söyler gibi bakıyor bana. Ne demeliydim ki? Bir sırrım var ama söyleyemem. Sırrım yok. Hangi şıktı söylenmesi gereken.
Benim için sanki zaman durmuş gibi. Aslında çok zor olmayan bu sorunun cevabını düşünürken zaten kendimi ele vermiş oluyorum. Normalde cevap basittir değil mi? Ya vardır ya yoktur. Ya evettir ya hayırdır. Ya iyidir ya kötüdür. Ya beyazdır ya siyahtır.
"Bir sırrım var," diyorum geçen onca saniyelerin ardından. Derince bir nefes aldığımda Erkan'la göz göze geliyoruz. Kaşlarını kaldırıyor söyleme dercesine. Ancak çoktan çıkıyor kelimeler ağzımdan. "Sırrım var. Beni öldürmeye karar vermiş bir takipçim var."
Böyle mi ifade edilirdi bu yaşadıklarım, sadece bu yedi kelimeyle mi?
Beni öldürmeye karar vermiş bir takipçim var.
~~
Portakalın görüntüsü, portakalın kokusu, portakalın tadı... Portakalın içinde olduğu her şey beni sakinleştirmiştir, huzura erdirmiştir çoğu zaman. Keşke bu çoğu zaman içine bu günde girebilse.
Sırrımı bilen artık daha çok insan vardı. Eslem, Bora, Burak, Eslem'in erkek arkadaşı Deniz ve belki de benim bilmediklerim... Bu magazin manşetine konu olacak olayın Pelin'in ve Can'ın kulağına gittiğini de düşünüyordum. Ve hatta Mehmet abininde. Dünya küçüktü, bizim ofis daha da küçük. Can'ın kulağına gittiyse eğer inşallah anneme söylemezdi.
Önce portakal suyumun kokusunu içime çekiyorum derince, sonra üç yudum alıyorum. Neredeyse bardak dibini görmek üzere, oysa bitmesini istemiyorum hiç. Bitmesini tek istediğim şey bu olayların, bu yaşadığım günlerin pardon yaşayamadığım günlerin bitmesi.
Gerçi bu emniyete gelip ifade vererek soruşturmayı başlattığımda biliyordum artık daha fazla insanın sırrımı öğreneceğini ama bunun bir barda şişe çevirmece oynarken çakır keyif kafayla kendi ağzımla söyleyeceğimi düşünememiştim sanırım. Bora, ah Bora. Bu soruyu o kafada olan bana neden sordun Bora.
"Vay be. Nereden nereye, artık insanlardan sırrını saklamak için köşe kapmaca oynamana gerek kalmayacak desene."
"Öyle. Ama yine de huzursuzum."
Kerim'in ofisindeydim, bir pazartesi günüydü. Benim kafamı anca toparlayabildiğim, hem kendi sorunlarımı hem kaçırılan üç kızı konuşmak için buradaydım. Kerim'in hem benim davamla hem de kızların davasıyla ilgilenmesine hayretle şaşırıyordum. Sanki bir günü kırk sekiz saatmiş gibi yaşıyordu Kerim, bunu kıskanmıyor değildim. Amirler hep böyle anı yaşayıp herkesin sorununu çözen cinsteler miydi? Pek öyle olduğunu düşünmüyorum. Çoğu amir bu meslekten insanların sorunlarından bıkmıştı bile. Bazı savcı, avukat ve diğer meslektekiler gibi. Oysa bir mesleği yaparken yürekten, severek yapmalıyız sözü bu anlara çok yakışıyordu. Mavi Nefes kod adıyla peşimde olan o insana karşı hâlâ mesleğimi yapıyor olmam, kafayı yememem bir mucizeydi bana göre. İnsan yaşayınca anlıyormuş çoğu şeyi. Yaşamadan bazı şeyleri anlamak pek mümkün olmayabiliyormuş.
"Bir portakal suyu daha?"
"Vallahi çok iyi olur Kerim," diyorum portakal suyumun bardakta ki son yudumunu pipetle çekerken.
Kerim bana bir portakal suyu kendisine de sade bir soda söyledikten sonra önce bizim şu 'takipçi' diye adlandırdığımız konumuza geliyoruz.
"Kimler biliyor şimdi Faruk kısmını?"
"Bir tek Ela."
"Murat? Bak Öznur söyleyeyim deme şu an."
"Yok yok," diyorum ellerimi teslim olmuşçasına kaldırarak "söylersem çok büyük bir tehlike olur."
"Murat sinirli bir insan mıdır?"
"Aslında neredeyse hiç değil. Bu konuda yıllardır içinden çıkmayan sinirini boşaltabilir."
"Kesinlikle. Söylememek en iyisi. Zaten dediğim gibi Faruk Nefeslioğlu sadece bizim için bir şüpheli, bir ihtimal."
Ağzım açık kalıyor, Nefeslioğlu'mu? Faruk'un soy adı Nefeslioğlu'muydu? Bu şaka mı.
"Nefeslioğlu'mu?" Diyorum sadece.
"Evet bilmiyor muydun?"
"Zilde annesinin adı soyadı yazıyor, Faruk'un soy adını bilmiyordum." Aklıma bir şey geliyor, alnıma vuruyorum. Aptal mıydım ben. "Tabi annesi ve babası yıllar önce boşanmıştı, Fatma teyzenin anlattığına göre. Ee Faruk’ta babasının soy adını kullanıyor ama hiç araştırmadım nereden bilebilirim. Faruk. Ah Faruk!"
Nefeslioğlu. Mavi Nefes'in Nefes ‘ini soy adından mı oluşturmuştu? Bunca zamandır ona komşum demem benim aptallığımdı. Kesinlikle benim aptallığım.
"Öznur sadece bir tesadüf olabilir."
"Bırak Allah aşkına Kerim, nasıl tesadüf olsun. Adam resmen beni ayakta uyutmuş baksana." O kadar sinirliyim ki şu an ofiste ki her şeyi darmadağın edesim geliyor. Kerim'e saygımdan yapmayacağım tabii böyle bir saygısızlık. Ama buradan çıktığımda bu sinirle neler yapabileceğimi aklım dahi kaldırmıyor, Faruk'u öldürmek istiyorum delicesine. Kerim tabii bu on saniyede ki duygu geçişimi fark ederek bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor.
"Öznur nerede senin profesyonel savcı kimliğin. O olmayabilir, elimizde kesin bir şey yok. Sadece bir tahmin."
Sadece bir tahmin. Sınavda da ilk tahmin ettiğimiz şık doğru olmuyor muydu zaten.
"Sadece bir tahmin deyip durma Kerim, hissediyorum kesin o."
"Şu an öyle hissetmen normal. Faruk olmayabilir, sadece bir tesadüf olabilir. Biraz bu şıkkı da düşün."
"Düşünemiyorum."
Düşünemiyordum gerçekten, tek düşünebildiğim haftalardır, yıllardır komşu yerine koyduğum benden iki yaş küçük olan bir insan tarafından aptal yerine koyulmamdı. Hem de ben bir savcıyken. Hangi ultra cesaretli bir insan buna cesaret edebilirdi ki? Ah Faruk, gerçekten savcı olan karşı komşuna musallat olmuş muydun? Gerçekten o notları evime koyan, o kahveyi yapan, Murat'la bana bir yemek masası hazırlayan, evimde ki arabamda ki eşyaların yerlerini değiştiren, ofisime dinleme cihazı koyan, beni ölümle tehdit eden sen miydin? Bu kadar aptal mıydın gerçekten ya da bu kadar korkusuz?
Kerim'in zorlamalarıyla biraz olsun sakinleşiyorum gerçi hâlâ ofisi dağıtmak, eşyaları oradan oraya fırlatmak aklımdan geçiyor. Sakinleş. Kerim'in de dediği gibi savcı olduğunu unutma, aptal gibi davranma. Biraz profesyonelce düşün.
"Pekala. Sakinim."
"Değilsin. Gel aşağıya hava almaya inelim."
Derin bir nefes alırken kalbim sıkışıyor, liseden beri olan bir şeydi bu. Aylardır olmayan bir şey. "İnelim," diyorum nefesimi düzene sokmaya çalışırken.
Temiz hava, oksijen, dışarısı bu yaşadıklarıma iyi gelecek midir bilmem, iyi gelmesi için uzunca bir süre dışarıda kalıp temiz havayı çekmem lazım sanırım. Uzunca bir süreden kastım on dakika değil, on yıl.
Kerim'in ofisinden çıkıyoruz, emniyet oldukça kalabalık. Pazartesi gününde olmamızda cabası. Hareketli bir emniyette hareketli bir gündeyiz. Duygularım kadar, kalbim kadar hareketli.
"İyi misin?" Diye soruyor Kerim merdivenlerden aşağıya inerken.
"İyiyim az önce biraz kalbim sıkıştı o kadar."
"Hastaneye gitmek ister misin?" Kerim'in bu cümlesine tebessüm ediyorum. Diğer insanlar gibi hadi hastaneye gidelim diye ısrar etmek yerine önce bana soruyordu, en normali de bu değil miydi zaten.
"Yok, iyiyim. Sağ ol Kerim." Gerçek bir içtenlikle teşekkür ediyorum ona, kısa süre önce tanışmamıza rağmen hemen iyi anlaşabilmemize seviniyorum. Normalde bu kadar uyumlu bir insan olmamama rağmen.
Bir süre emniyetin bahçesinde ki banklardan birinde oturuyoruz Kerim'le. Artık benim davamı bırakıp kaçırılan kızların davasını konuşmak istiyorum. Önce Erkan'a haber veriyorum tabii, bu davadan ikimiz sorumlu olduğumuz için emniyette olduğumu onunda buraya gelmesi gerektiğini söylüyorum. Ben, Kerim, Erkan ve dava üzerinde çalışan diğer polislerle fikir alış verişi yapacağız. Bir elin nesi var on elin sesi var.
Erkan giriyor emniyetin bahçesinden, onu görür görmez burada olduğumuza dair ayağa kalkarak el sallıyorum. Beni fark ederek yanımıza geliyor.
"Selam," diyorum
"Selam," diyor Erkan'a bana ve Kerim'e karşılık.
"Ofiste miydin," diye soruyorum. Ben daha ofise gitmemiştim ve gittiğimde oradakilerin bana karşı olan bakışlarını merak ediyordum. Sonuçta geçen akşam içtiğimde takipçim olduğunu ve beni öldürmek istediğini söylemiştim. Umarım ofistekiler bunun bir saçmalık olduğunu düşünmüyorlardır, söyleyerek üzerimden bir yük kalkmıştı çünkü.
"Geçmedim bugün ofise daha."
"Aa neden?"
"Dışarda işlerim vardı."
"Davayla mı alakalı?"
Ben kendi davama düşmüşken Erkan çoktan delilleri topluyor muydu yoksa.
"Yok." Diyor kısaca. Daha da bir şey demeden emniyetin içine giriyoruz.
İnci, Deniz ve Nisa... Bu üç genç kızı kaçıran kişi kimdi, kim olabilirdi? Bunun hakkında konuşuyoruz saatlerce. Elimizde tek bir şey vardı günlerdir, aynı okulda oldukları.
Herkesin aklından geçen ama kimsenin ortaya sunmadığı o fikri sunuyor davadan sorumlu komiserlerden birisi.
"Okula bir ajan gibi yerleşelim."
"Açık verebiliriz," diyor Kerim. Bu davayla özel olarak ilgileniyor. Ya da bende bu davanın içinde olduğum için bana yardım etmek için burada. Yoksa emniyette ki tüm davalarla böyle ilgilendiğini düşünmüyorum.
"Okudukları liseye öğretmen kılığında girerek daha çok bilgiye sahip olabiliriz amirim," diyor fikri ortaya atan genç kadın komiser.
"Tek bir açık bile vermememiz lazım." Kerim bu iş yapılacaksa bile en profesyonel şekilde yapılmasını istiyor anlaşılan.
"Erkan'la biz okula sızalım." Diyorum. Erkan'a baktığımda bana değişik değişik bakıyor. "Hadi Erkan, bunu yapabiliriz," diyorum.
"Emin misin Öznur?" Diyor Kerim amir.
"Eminim Kerim," diyorum daha sonra içeride emniyetten komiserler olduğu aklıma geliyor ve ekliyorum: "amirim."
Kerim bu yaptığıma bıyık altından gülerken Erkan atılan fikri düşünüyor.
"O liseye matematik öğretmeni olarak sızabilirim." Kesinlikle bu eğlenceli olacaktı.
Kerim bu işte bize güveniyor, uzun konuşmaların ardından kızların okuduğu liseye ben matematik öğretmeni, Erkan'ın ise fizik öğretmeni olarak sızacağına karar veriyoruz.
Eski lise günlerimi özlemiştim, bu özlemim öğretmen olarak gidecekti belki de. Erkan'la aynı okulda öğretmen olarak. Öğretmen rolü yaparak...
Bir cesaretlilik oyunuydu bu.Bölüm sonundan yeniden selam. Kaç kişiyiz burada bilmiyorum, ben sadece beğenen ve yorum atan kişileri görebiliyorum. Hayalet kullanıcılar beni yormayın artık vote, yorum falan atın yahu djsjfkdslf Vallahi pes etmem yakındır, okunduğunu hissedemiyorum çünkü. Böyle kimse düşüncelerini yazmayınca yemin ederim hevesim kırılıyor. Koskoca on yedi bölüm oldu, ben güzel yazdığımı düşünüyorum. Belki aylar, yıllar sonra keşfedilir çok okunur. İnşallahh
Yavaş yavaş olaylar açığa çıkacak, kaç bölüm kaldı finale bende bilmiyorum ama var daha sanki ya mdjskfks
Bu arada sizce Mavi Nefes gerçekten Faruk'mu? Kimi düşündüğünüzü merak ediyorum Allah aşkına yorum atın xd
07.07.2020
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Nefes
Mystery / Thriller#dava 1 - 15.05.2020 #gerilim 6 - 20.05.2020 #suçlu 2 - 08.07.2020 İçinde sıcak kahve olan bir kupa, üzerinde bir not: 'Bugün çok yoruldun sana kahve yaptım' -Mavi Nefes Kahve sıcak, bu notu yazalı ve evden ayrılalı çok zaman geçmiş olamaz. Savcı Öz...