ON BEŞ - Part 1 (SORUŞTURMA)

157 68 44
                                    

Selammm bugün benim doğum günüümm. Bu da doğum günüme özel bölüm.

"En büyük mutluluk, mutsuzluğun kaynağını bilmektir demiş Dostoyevski."

Lisede edebiyat öğretmeni bu sözü yorumlamamızı istediğinde donup kalmıştım. Orada mısınız öğretmenim, şimdi yorumlayabilir miyim?

Mutluyum, beni mutsuz eden şeyin ne olduğunu biliyorum. Beni mutsuz eden hem de çok mutsuz eden bir şey var, bu yüzden mutlu olur mu insan? Olurmuş. Belirsizlikler her zaman daha kötüdür, neden mutsuz olduğumu bilmesem eğer daha kötü olmaz mıydı?

Düşünsenize: mutsuzsunuz, içinizi yiyip bitiren bir şey var ama siz bunun ne olduğuna anlam veremiyorsunuz. Mutsuzluğunuzun sebebini bilmiyorsunuz, delirmez miydik hepimiz? Gerçi deli değil miyiz zaten hepimiz...

Rüzgarın getirdiği kuru soğuğu boğazlarımda hissediyorum. Koşmaktan, soğuktan boğazım kuruyor; tabii bunun yanında heyecan ve korku da var. Koşuyorum, hayatımda hiç hızlı koşmadığım kadar hızlı koşmaya çalışıyorum ama daha yeni yediğim yemek buna engel oluyor. Karnım şiş, koşmamı engelliyor. Önümde iyice araya fark atan Mavi Nefes'e ve kendime küfür ediyorum. Daha az yiyebilirdin Öznur, her gün yürüyüş yaparak bacak kaslarını geliştirebilir şu an daha hızlı koşabilirdin. Onu yakalayabilirdin.

Ofisin merdivenlerini nasıl indim bilmiyorum, o an hafızamda yok. Korku ve heyecan bana anlık bir hafıza kaybı yaşatıyor. Olaylar gözümde canlanıyor ben hâlâ koşarken. Ofise giriş, Erkan'ı masada uyuyor bir şekilde görüş, arkamda ki nefesi hissediş, arkamda ki kapının arkasına saklanan Mavi Nefes'in koşmasıyla onun peşinden koşuş, beş dakikalık bu maraton sonunda mavi nefesin gözden kaybolması, benim derin nefeslerle birlikte sokağın ortasından kalmam... Ve bu sürede hâlâ açık olan telefonum. Ela'nın sesi. Arkamda bana yetişen Erkan'ın sesi. Her şey bulanıklaşıyor. Sadece görüntü değil, hayatım.

Birinin bana dokunarak "Öznur!" dediğini duymamla kendime geliyorum.

Ne kadar aptalca ve ne kadar boş bakılırsa o kadar boş bir şekilde bakıyorum beni sokağın ortasında sarsan elin sahibine, Erkan. "Erkan?"

"İyi misin?" Gözlerinde ki endişe sesinde de var. Kim bilir ben kendime gelene kadar bu soruyu kaç defa sormuştu.

"Hayır," diyorum. İyi değilim ben, hiç iyi olmadım. Bana yakın olan kaldırım taşına oturarak bacaklarımı uzatıyorum, kalbim aşık olduğunuz kişi sizi öptüğünde oluşan kalp atışının on katı kadar atıyor.

Ben olayı yüzüncü defa kafamda döndürüp dururken Erkan elimde ki telefonu alarak konuşuyor. Bir kaç kelimeyi duyuyor kulaklarım sadece. Kulaklarım ve beynim kanlı.

"Tamam o restorandan çık, alt sokağa gir. Ben görücem seni," anladığım kadarıyla Erkan Ela'ya neler olduğunu ve nerede olduğumuzu anlatıyor. Telefonumu kapattıktan sonra bana doğru eğilerek telefonumu kabanımın cebine koymak istediğinde bir anlık refleksle irkilerek onu itiyorum.

"Benim Öznur." Diyor Erkan.

Sakin ol Öznur. Sakin ol. Sakin.

Telefonumu elinden alarak kendim kabanımın cebine koyuyorum.

"Sende gördün dimi onu? Kaçtı, yakalayamadım," diyorum.

"Gördüm. Senin bağırışınla uyandım, gözümü açtığımda ofisten koşarak çıkıyordun."

"O ofisteymiş."

"Siktir." Diyor Erkan. Bu anlık refleksle edilmiş bir küfür, yoksa Erkan'ın kadınların yanında hiç küfür ettiğini görmemiştim.

Mavi NefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin