8 YIL ÖNCE
Hayatımın aşkıyla 18 yaşında tanışacağımı tahmin etmezdim.
Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor?
Geçen iki saatlik Ankara-İzmir yolculuğunda saat gece biri gösterirken ben daha uyumuş değilim. En arka dörtlüde oturan Murat'ı düşünüp düşünüp gülümsüyorum.
Birisinin beni dürtüklemesiyle aynı anda Elif'in sesini de duyuyorum "kalk hadi Öznur, bisküvi, kraker, meyve suyu falan dağıtıyorlar."
Aslında zaten iki saattir uyumuyordum ki. Sadece gözüm kapalı, Teoman şarkıları eşliğinde hayaller kuruyordum. İçinde dört sıra arkamda, otobüsün en arkasında oturan Murat'ın olduğu...
"Uyanığım," diyorum gözümü açmadan. Elif bir şey demiyor, yanımda ki koltuğa oturduğunu hissediyorum. Murat'ın tanıştırdığı arkadaşı Erkan bir saat kadar önce yanımdan kalkarak tahminimce Murat'ların yanına gitmişti. Tabii bu kadar sıkıcı bir yol arkadaşı olduğumu fark edince bunalıp Murat'ların yanına geçmiş olmalı.
"Dila uyumam dedi ama daha otobüs kalktı yarım saat ya geçti ya geçmedi uyudu hemen," diyor Elif oflayarak. İki saattir o da sıkılmış olmalı.
Gülerek "sıkıldın mı," diyorum.
"Sıkılmak ne kelime Öznur patladım."
"Tamam tamam uyumuyorum bak ben, sabaha kadar dedikodu yapabiliriz."
"Harbi mi," diyor gülmesine karışan heyecanlı sesiyle.
"Harbi," diyorum Elif'in çocuk gibi sevinmesine bende gülerek.
"Burada oturan çocuk kimdi. Tanıyor gibiydin."
"Tanımıyorum, arkadaşını tanıyorum." Gerçi Murat'ı tanıdığımda tam olarak söylenemezdi. Geçen hafta aynı masayı paylaşıp ders çalıştığımız çocuklardan birisiydi.
"Nasıl ya? Nereden? Ben niye tanımıyorum?"
"Geçen hafta Dila'yla kütüphaneye gittiğimizde gelseydin eğer sende tanırdın canım," diyorum Elif'i tatlı tatlı sinir ederek.
"Kütüphanede nasıl tanıştınız, anlatsana kızım?"
"Boş masa yoktu biz de onların masasına geçtik, büyüktü zaten."
"Onların derken?"
"Üç kişilerdi."
"Yanında oturan çocukta var mıydı?" Bu sorusun altında biraz hayal kırıklığı vardı. Geçen hafta bizimle gelmediği için oluşan bir hayal kırıklığı. Bu hayal kırıklığı benim birazdan söyleyeceğim şeyle fazla uzamayacak.
"Hayır onu ilk defa gördüm bende."
"Oh be. Fena şeyler kaçırdım sandım bende." Elif'in fena şeyler kaçırdımdan kastı o gece kütüphane de Erkan'ın da olmasıydı. "Adı neymiş?" Diye soruyor Elif.
"Erkan."
"Bizim okuldan mı acaba ya çok merak ettim."
"Belli belli," diyorum gülüşlerime hakim olamayarak. Elif'in bu heyecanlı ve toz pembe dünyalarda yaşaması beni gülümsetiyor.
O zaman birisinin Erkan'da hoşlandığını ilk ve son defa görmüştüm.
Neskafeler ve atıştırmalıklar dağıtılırken Dila'yı uyandırıyoruz. Elif'te Dila uyanınca yeniden onun yanına geçiyor. Bense neskafe yanında peynirli krakerimi yiyerek yeniden Teoman şarkılarına dalıyorum.
Elif'in yanımdan kalkması ve ikramlıkların dağıtılmasından yirmi dakika kadar geçince ufaktan "müsaade var mı," diyen bir ses duyuyorum. Ses yine tanıdıktı. Kulaklığımı kulağımdan öyle heyecanlı çıkarıyorum ki Murat'ın bu anı görmesine utanıyorum.
"Var tabii." Diyorum ayakta duran elinde bisküvi paketlerinin bulunduğu güzel gözlü çocuğa bakarak.
Yanıma oturduğunda "naber?" Diyor. Hayatımda 'naber' kelimesinin ilk defa bu kadar anlamlı olduğunu hissediyorum.
"İyi senden?" Diyorum hiç düşünmeden. Doğru dedim değil mi, böyle cevap verilirdi normalde.
"İyi bende," diyor gamzelerini ortaya çıkaran gülümsemesini de atarak. "Nasıl geçti sınav?"
"Ne sınavı?"
Ah Şaşkın Öznur.
"Kütüphanede çalıştığın dersin sınavı," dediğinde benim utanmama gülmeyip fark etmemiş gibi yapıp utanmamı dindirmeye çalışıyor.
"İyiydi ya, senin?" Diyorum bende bu role uyarak.
"Eh. İdare ederdi."
"Kötü geçmiş anlaşılan."
Yeniden gülerek "belli mi o kadar?" Diyor.
"Ne zaman bir sınavım için idare eder desem kötü not alıyorum mesela ben."
"Sanırım bende öyle."
Hani hoşlandığınız kişiyle veya flörtünüzle bir konuşmaya başlarsınız ama sonra o konuşma bitince tıkanırsınız ve ne diyeceğinizi bilemezsiniz ya, tam da o durumda hissediyorum kendimi. Son cümlesine ne denirdi? Hiç bir şey bilmiyorum. Aklımda ki her şey uçup gidiyor. Bana yardımcı olan yine o oluyor.
"Biz bisküvileri aldık ama yemiyoruz. Siz yersiniz dedik," diyen Murat elinde ki 4 bisküvi paketini uzatıyor. Normalde ben de bisküvi yiyen birisi değilimdir ama elinde ki bisküvi paketlerini alarak teşekkür ediyorum. Bisküvi paketlerini alırken elimin eline değmemesini istiyorum çünkü değerse eğer yanaklarımın hemen kızaracağını, saçmalayacağımı biliyorum.
"Sen ne dinliyorsun?"
"Teoman," diyorum artık gerginliğimi üzerimden atıp tebessüm ederek.
"Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor," dediğinde gülümsemem daha derinleşiyor. Onun da Teoman dinlemesine seviniyorum. Beğendiğiniz birisiyle aynı şarkıları dinliyor olmak veya aynı şarkıcıyı dinliyor olmak kesinlikle güzel bir şeydi.
"Sende mi?" Bu benim refleksimdi. Anlık ağzımdan çıkan iki kelime.
"Bende. Bende severim."
"En çok hangi şarkısını seviyorsun? Mesela ben uçurtmalar şarkısını başa sarıp sarıp dinliyorum. Sen?" Çok mu konuşmuştum bu heyecanla.
"Eylül Akşamı."
"Güzel seçim."
Ve biz o gece Teoman ve şarkılarından girip başka başka konulara değinerek sohbetimize devam ediyoruz.
Gece ikiyi geçiyor Murat yanımdan ayrılıp arkaya arkadaşlarının yanına geçeli. Bu sırada yanına oturduğum arkadaşı Erkan'ın da hukuk okuduğunu öğreniyorum, İstanbul'da. Arkadaşlarımızdan bahsediyoruz birbirimize. Erkan hariç diğer arkadaşları sınıftanmış, Erkan çocukluk arkadaşı. Sınavlardan sonra Murat'ın yanına gelmiş bu geziden sonra da birlikte İstanbul'a döneceklermiş. Evet, Murat'ta İstanbul'da yaşıyormuş.
Hayat ne garip, dünya ne küçük Bunca yıl İstanbul'da hiç görmediğim bir insanla üniversitede tanışıyorum. Eğer bir insan sizin hayatınıza girecekse bu er ya da geç olur sözü doğru olsa gerek. Kader miydi bu yoksa sadece bir tesadüf mü bilemiyorum.
Murat gittikten sonra yeniden gözlerimi kapatarak dışarıyı izliyorum.
6 Saat Sonra
Gece ikiden beri bir gözümü açıp etrafı yarım yamalak süzerek bir kapatarak altı saati geçirmiştim. Sonunda İzmir'e giriş yapmıştık. Biraz heyecanla nasıl geçtiğini anlamadığım bir yolculuktu.
Önce otelin yakınlarında bir yerde otobüsten iniyoruz. İsteyenler otele gidip dinlenebilir, kahvaltısını orada yapabilir isteyenlerse gezi rehberi ile otel dışında kahvaltıya gidebilir. Biz kızlarla otele gidip hem biraz dinlenmeyi hem de kahvaltıyı orada yapmayı seçiyoruz. Sonuçta boşuna para vermemiştik değil mi.
"Öznur uyandın mı kız," diyen Elif'e hâlâ uyku sersemi bir şekilde "uyandım" diyorum.
"Otele geçelim bak ben nasıl senin ifadeni alıyorum."
Gözlerini yeni açmış birisine bunu söylerseniz eğer pekte güzel olmazdı ha.
"Noluyor?" Diye sorup olaya dahil oluyor Dila.
Bende bilmiyorum dercesine iki elimi dışa doğru doksan derece açıp istemsizce dudaklarımı da büküyorum.
"Sen uyurken neler oldu Dila var ya," diyen Elif'e "ne olmuş kızım anlat da bilelim," diyorum.
"Sizin geçen hafta kütüphanede karşılaştığınız çocuklardan birisi buradaymış, geldi oturdu Öznur'un yanına," diyor Dila'ya açıklama yaparken. Dila'da benim gibi yeni uyandığı için uyku sersemi ancak Elif'in söyledikleriyle gözlerini pörtletip "hangi çocuk," diyor.
Şu an üçümüz o arkadaş grubuna abayı yakmıştık sanırım. Dila'nın zaten o akşam Murat gibi gamzeli çocuğu beğendiğini biliyordum, Kenan. Ama şimdi hep beraber bu gezideydik neler olacağını merak etmiyor değildim.
Dila Kenan'ı, Elif Erkan'ı ve ben ise Murat'ı beğeniyordum. Asıl soru şu onların bundan haberleri var mıydı...
~~
Otel odasına çıkıp eşyalarımızı dolaba yerleştiriyoruz, ne kadar iki gün kalacak olsak da kıyafetlerimin bavulda durup kırışmasını istemiyorum. Şansımıza bize üç kişilik oda denk geliyor. Oda da oda ama he. Bir deniz manzarası olmasa da İzmir'in tüm enerjisini gösteren bir odanın camına sahiptik. Boydan boya camdan dışarı baktığımızda İzmir'in her türlü halkını, ileride ki dağları ve bu güzel manzarayı görebiliyorduk.
Üçümüz eşyaları yerleştirmiş kendimizi yataklara atmışken tavana bakarak sohbet ediyoruz.
"Ee," diyor Elif. "O kadar konuştunuz Erkan'ın sevgilisi var mıymış?"
Murat'la gece hiç böyle konulardan bahsetmemiştik. Erkan'ı bırak Murat'ın bile sevgilisi olup olmadığını bilmiyordum. Siktir, şansa bırakırım artık. Olursa benimdir olmazsa hiç benim olmamıştır.
"Bence yoktur," diyorum.
"Yaa bence de yoktur." Diyor Elif, hayal dünyalarına kendini kaptırmış şu an tavana bakarak Erkan'la kendini düşündüğüne eminim.
Çok geç olmadan otelin alt katında ki açık kahvaltıya gitmek istiyoruz, oradan da gezi rehberini beklemeden kendimiz İzmir'i keşfetmek.
Odamız otelin on dördüncü katında, ben en fazla beşinci kattan aşağıya baktığım için odamızın cam kenarına yaklaşmıyorum bile. Bu yüzden cam kenarını bu sefer Dila'ya veriyoruz, orada nasıl korkmadan uyuyabilecek merak ediyorum. Elif ufak çaplı bir delilik fikri ortaya koyuyor, on dördüncü kattan asansörü kullanmadan en aşağıya inmek. Dila'yla önce bu fikre gülüyoruz fakat Elif gayet ciddi. 'ee tamam o zaman hadi' diyerek başlıyoruz on dört kat inmeye.
Beş dakikada on dört katı inme işlemini tamamladığımızda nefes nefeseyiz, açık büfenin oraya gitmeden önce masalara oturarak dinleniyoruz.
"Bu fikri kim ortaya attı," diyor Elif sitemkar bir sesle.
"SEN!" Diyoruz Dila'yla aynı anda.
"Yok artık ben öyle bir şey hatırlamıyorum," diyen Elif'e ben gülerken Dila "Elif seni şimdi burada döverim ha," diyor. Bu hallerine gülerek ortamı yumuşatıyorum.
Kahvaltıdan sonra odamıza bu sefer asansörle çıkıyoruz, merdivenleri kullansak herhalde yarım saat kendimize gelemeyiz.
"Ya bu merdivenleri kullananlar var mı gerçekten," diyor Elif dolaba yerleştirdiğimiz kıyafetlere bakarak, seçmeye çalışıyor.
"Acil çıkışlar için o merdivenler salak. Senin gibi on dört katı merdivenle inelim diyen yoktur." Dila ise makyajını yapıyor bunu derken.
Saat ona geliyor. Duşa girmeye öyle çok üşeniyorum ki sadece saçımı yıkamakla kalıyorum. Akşam otele döndüğümüzde yine duş alacağımı biliyorum, iki kere aynı şeyi yapmaya hiç gerek yok. Saçlarımı iyice kuruttuğumda aynada ki görüntüme ofluyorum. Yine papaz gibi olmuştum. Bu saçlar beni deli ediyor; ya hiç kurutmadan çıkıcam ama yine de kendiliğinden kuruduğunda az da olsa kabaracak, ya da kurutucam çok kabaracak üstüne de düzleştiricem. Üniversiteye geldiğim ilk zamanlar neredeyse bir ay pes etmeden düzleştirsem de daha sonra bu çekilir gibi olmadı. Ben de yıkayıp kendiliğinden kurumasını bekliyordum. Ama şimdi Elif ve Dila hazırlanana kadar ben saçımı düzleştirirdim bile.
Bir saat on beş dakika. Tam tamına bir saat on beş dakikada hazırlanıyoruz. Ah pardon Elif ve ben hazırız. Dila hâlâ bir şeylerle meşgul. Dört aydır aynı yurt odasını paylaştığımızdan onun bu hallerine az da olsa alıştım fakat her gün okula giderken beni bekletmesi deli ediyor.
"Ah Elif," diyorum Dila'nın hazırlanmasını izlerken. "Sen bilmezsin bu her gün böyle."
"Sus Öznur, sana buradan saç fırçamı fırlatırım." Diyor Dila makyaj masasının oradan.
"Lütfen fırlat. Şu makyaj masasından kalkarsın belki."
"Of napiyim Öznur hazırlanıyorum."
"Hepimiz aynı anda hazırlanmaya başladık farkında mısın Dila, her şeyin tamam işte daha ne yapıyorsun."
"Şu rimelle rujumun üzerinden geçeyim tamamım."
Derin bir nefes alarak kendimi yatağa atıyorum. Elif ise telefonuyla kendisini fotoğraf çekmekle meşgul. Ben bu kızlarla dört yıl boyunca ne yapıcam çok merak içerisindeyim.
Dila sonunda hazırlanmasını bitirdiğinde çıkmaya hazırız. Biz çıkana kadar tur rehberi otele geçmiş öğlen planları için tekrar çıkacaklar bile.
"Şunların peşine mi takılsak bizde, burayla alakalı bir şey bilmiyoruz." Fikri ortaya atan Dila.
"Vallahi ben biliyorum. Teyzem İzmir'de yaşıyor, her yıl geliyoruz yanına." Dila'ya karşı çıkan Elif.
"Sen mi gezdireceksin bizi canım," diyor Dila.
"Niye ki? Biliyorum işte İzmir'i gayet."
Dila ve Elif'in bu konuşmaları ufak çaplı tartışmaya gitmeden olaya el atıyorum "bugün tur rehberinin peşine takılalım, yarın Elif gezdirir bizi."
"Olur," diyor Elif. Dila'da başını sallayarak onaylıyor.
Tur rehberi herkesin eline yeniden bu iki günlük programı dağıtırken bugün öğleden akşama kadar olan kısmı inceliyoruz.
Dolu dolu geçecek olan bir gün olacağı programdan belli. Alsancak, Kordon, Karşıyaka, Bornova ve Bostanlı bugünün planında. Yarın ise Çeşme ve Urla tarafları var.
Tur rehberiyle gezecek olan insanların sayısı o kadar az ki bir anlığına pişman oluyoruz kendimiz gezmeyi tercih etmediğimiz için. Fakat bu pişmanlık Murat ve arkadaşlarını görene kadar sürüyor. Onlarda gezmek için tur rehberini seçmişler. Yirmi küsür kişiyiz rehberin peşine takılanlar olarak bu yüzden Murat'ın da beni görmesi uzun sürmüyor.
Otelden çıkıp İzmir'in toplu taşıma aracı olan ESHOT'a biniyoruz. Bunun için herkese İzmir’im Kartı dağıtıyor tur rehberimiz, içi boş olan. Biz metronun orada kartlarımızı doldururken yan makinenin orada Murat'lar var.
"Selam," diyor gülümseyerek.
"Selam," diyorum bende gülümseyerek.
Kart doldurma işleminde rezil olmamak için Elif'e veriyorum. Nasıl olsa İzmir'de ki bu işleme aşina.
Kartlarımızı doldurduktan sonra toplu taşıma aracına biniyoruz. Elif bir hilelik yaparak hemen Dila'nın yanına oturuyor, bende el mecbur iki arka koltuklarına oturuyorum. Murat önce arkadaşlarının yanına geçiyor ama dört arkadaşı da Elif'in yaptığı hilenin aynısını yaptığında Murat benim yanıma gelerek "boş mu?" Diyor.
İstemsizce dudaklarımı ısırıyorum başımı evet anlamında sallarken. Elif, Dila ve Murat'ın arkadaşlarının bakışları ilk defa insan görmüşler gibi üzerimizde. Rahatsız olarak camdan dışarı bakıyorum zaten bir süre sonra herkes önüne dönüyor.
Bu sefer muhabbeti sen başlat artık Öznur diyorum. Ama sonra onunla aynı koltukta oturup camdan İzmir'i izlemek daha hoş geliyor. Ona baktığımda o da camdan dışarıya bakıyor. Konuşma Öznur, sadece bu anın tadını çıkar. Murat'tan hoşlanmıyorum, sadece onu beğeniyorum. Ya da benimki birine sığınma iç güdüsüydü. İki ay olmuştu sadece eski sevgilimle ayrılalı ve kızların dediğine göre ben daha kendime gelmemişim.
Konak'a varıyoruz hiçbir şey konuşmadan ama nedense Murat'la sadece aynı manzaraya bakmak bile kalbimi çarptırıyor. Benim ki bir hoşlanma mıydı yoksa? Bir insan bir insandan bu kadar kısa sürede hoşlanabilir miydi? Belki de beynim yanıltıyordu beni.
Toplu taşıma aracından indiğimizde Murat arkadaşlarının yanına ben de Dila'yla Elif'in yanına gidiyorum.
"Aşk olsun size ya niye böyle yaptınız," diyorum.
"Aşk olacak bence de." Diyor Elif.
Dila'da kıkırdayarak "kötü mü oldu Öznur ne güzel sohbet etmişsinizdir."
"Hiçbir şey konuşmadık," diyorum.
"Neden!?" Diye soran Elif.
"Canım öyle istedi," deyip dil çıkardıktan sonra hızla yürüyerek Elif'ten kaçıyorum. Beni şu an denize itebilirdi sırf dil çıkardığım için.
Tur rehberi önde bizler arkada yürüyoruz bu sahil boyunu, bilinen adıyla Kordon.
Kordon boyu yürürken bir fotoğrafçıya rastlıyoruz. Denizin önünde hemen insanları yakalayıp fotoğrafını çekiyor. Bizim Elif atlıyor hemen "hadi bizde çekilelim," diye.
"Çüş kızım kim bilir ne kadar para istiyordur," diyor Dila benimde düşüncemi söyleyerek.
"Aman ne olacak, ilk defa geliyoruz buraya. Bir hatıramız olsun."
Dila'yla bir kez daha karşı çıkmadan fotoğrafçıya doğru ilerliyoruz.
Çok güzel bir manzara var Kordon'da, güneş tam tepede aşağısında güzel deniz. Tam fotoğrafı çekilecekken "hey! Siz de gelsenize," diyor Dila bize doğru yaklaşan Murat ve arkadaşlarına.
İçlerinden Dila'nın beğendiği, kütüphanede ki çocuk cevap veriyor. "Yok, biz rahatsız etmeyelim." Neydi adı Kenan?
"Yok ya ne rahatsızlığı," diyor Elif, gözlerini Murat'ın İstanbul'lu arkadaşı Erkan'a dikerek.
"Güzel bir anı olur bence," diyorum.
"Güzel bir anı olur gençler hadi gidelim," diyor aynı zamanda Murat. Murat'la aynı şeyleri aynı anda söylememiz ben dahil herkesi gülümsetiyor o an.
Ve biz bundan sekiz yıl önce İzmir Kordon'da; ben, Dila, Elif, Murat, Erkan, Arda, Kenan ile fotoğraf çekiliyoruz. Murat'la ilk fotoğrafımızda böyle oluyor.
1 Ay Sonra
"Kaça almıştın biletini?"
"Akşam 10. Hemen sabah yurda geçip uyurum tüm gün."
Ela'lardayım. Son günün bizde kal diye tutturuyor bir haftadır. Yarın akşam sömestr benim için artık bitiyor, yorucu bir dönem beni beklerken. Bir aydır İstanbul'da evimdeyim. Aylardır özlediğim evimin hasretini bir ayda çıkarmak biraz zor oluyor benim için. Annemle, kardeşim Can'la, en iyi arkadaşım Ela'yla bol bol hasret gideriyorum.
"Bakıyorum da bu sefer gideceğin için pek üzülüyorsun," diyor Ela cezvede ki kahvenin başında beklerken.
"Yooo, üzülüyorum."
"Hiç öyle durmuyor daha çok Ankara'ya gitmeyi iple çekiyor gibisin. Neden acaba?" Ela benim bu hallerimi Murat'a bağlıyor. Ki yanılıyor sayılmaz.
Murat'la İzmir gezisinden sonra bir kez daha denk gelmiştik. Ankara'dan İstanbul'a dönerken otogarda. Yani neredeyse aradan bir ay geçmişti ve ben bu şehrin bu kadar büyük olmasından nefret etmiştim. Onunda İstanbul'da yaşadığını bile bile onu görememek beni delirtmişti. Dünya küçüktü ama aynı şeyi İstanbul için söyleyemem.
"Kaptırma gidince kendini bu çocuğa."
"Gidince onu görebilirsem eğer..." Diyorum.
"Elbet yine karşılaşırsınız. Ama kendini hemen kaptırma en son neler oldu biliyoruz."
"Onu bana hatırlatma," diyorum Ela'ya. Yazın beni aldatan sevgilimden bahsediyordu. Hiç yapmaz dediğiniz bir insanın böyle bir şey yapması aldatmasından daha kötüydü belki de. Karakteri çok iyi, kendisi çok iyi, kalbi çok iyi dediğimiz insanlar aslında hiçte öyle olmayan insanlardı. Belki de kalbi iyi olan insanlar bizdik ve herkesi kendimiz gibi sanıyorduk.
"Merak etme kimseye ondan sonra güvenim kalmadı." Diyorum. Bu bir gerçekti, acı bir gerçek.
Murat'ı sadece üç kere görmüştüm. Kütüphanede, İzmir'de ve Ankara otogarında. Yani bir aydır görmüyordum ve görmeyebilirdim de... Hayat karşıma neler çıkaracak bilemezdim ama onu gördüğümde benim hayatımın güzel bir yerinde alacağının farkındaydım. Belki de sadece bir his.
"Sen ne zaman gidiyorsun?" Diyorum Ela'ya. Balıkesir'de biyoloji öğretmenliği okuyordu.
"Bir hafta uzatıcam tatili, haftaya hafta sonu giderim."
"Ne güzel bir hafta geç gidecekmişsin işte gel benimle," diyorum. Bir aydır Ela'ya Ankara'ya gelmesi için ısrar ediyordum.
"Babam izin vermez." Evet, evet bunları artık ezbere biliyordum.
"Allah aşkına bu akşam konuş izin kopar."
"Son bir defa deneriz annemle."
"Oh be!" Diyerek derin bir nefes alıyorum. Ela bu izni babasından koparabilirse çok eğlenceli bir hafta Ankara'da bizi bekliyordu.
ERTESİ GÜN OTOBÜSE YARIM SAAT KALA
"Hadi, geç kalıcaz." Diyorum bavullarımı güçlükle çekerken. Yurtta ki eşyalarımın üstüne bir de iki valiz daha eşya götürüyordum, okullar bittiğinde tüm eşyalarımı eve nasıl getirecektim düşünmek bile istemiyorum.
"Öznur yavaş, daha yarım saat var." Ela'da benim gibi nefes nefese arkamda beni takip ediyor. Dün akşam annesiyle babasına baskı yaparak sonunda izin koparabilmişti ve şu an benimle Ankara'ya geliyordu!
Ela'yla otobüs biletlerimizi çıkartmak için gişenin önüne geçtiğimizde tanıdık, ne zamandır duymadığım sesle yerime sıçrıyorum.
"Öznur?"
Murat'ın sesi miydi bu? Yoksa beynimin bana oynadığı bir oyun muydu.
Arkamdan gelen sese doğru döndüğümde beynimin oyunu olmadığı gördüm. Murat tam karşımda bana gülümseyerek bakıyordu.
"Murat?"
Ela dikkatimi çekiyor o sırada ağzını şaşkında açmış 'bu o mu' dercesine bakıyor. Ela'ya Murat'ın anlamayacağı bir şekilde kafamı sallıyorum.
"Ankara'ya mı yoksa?"
"Evet, sende mi bugün gidiyorsun?"
"Yok ben yarın için bilet almaya geldim."
Hayal kırıklığı oluşuyor yüzümde. Yani bugün aynı otobüste gitmiyoruz ha?
"Anladım," diyorum. Az önce ki sesimle şimdi ki sesim arasında dağlar kadar fark var, hayal kırıklığını barındıran bir ses şimdi ki.
"Bilseydim bugüne alırdım," diyor göz kırparak. Murat'ın göz kırpmasıyla içimde kelebekler uçuşuyor, hayal kırıklığım uçup gidiyor yerine kocaman gülümseme geliyor.
"Bende bilseydim yarına alırdım, yol arkadaşı olurduk." Diyorum Murat'a onun dedikleriyle karşılık vererek.
"Bu karşılaşmalarımız tesadüf olmasın o zaman artık?"
"Nasıl yani?" Diye soruyorum.
"Numaralarımızı alalım, konuşuruz. Tabii istersen." Dediğinde zaten bunu neden daha önce yapmadığımızı soruyorum kendime.
"Olur tabii."
Numaralarımızı veriyoruz birbirimize, artık birbirimizi görmek, ulaşmak daha kolay olacaktı. Yani sanırım.
6 saat geçiyor aradan, saat gece 4. Ben uyku sersemliğiyle telefonumu açıyorum. Bir yeni mesaj.
-Nasıl geçiyor yolculuk
Mesajın sahibine bakıyorum gözlerimi yukarı kaydırarak, Murat. Bu uyku sersemliğiyle acaba yanlış mı gördüm diye Ela'yı dürtüyorum.
"Burada Murat yazıyor di mi? Ben yanlış görmüyorum."
"Oha. Mesaj mı atmış." Ela benden çok seviniyor. Bir aydır ona hep Murat'ı anlatmamdan olsa gerek.
Otobüste Ela'yla bir süre düşünüyoruz ne yazsam diye. Oysa soru çok basitti, nasıl geçiyor yolculuk.
En sonunda yazalım artık bir şey diyerekten mesaja cevap veriyorum.
+İyi, uykusuz
Çok geçmeden cevap geliyor.
-Sabah yurda geçince hemen uyursun
+Öyle yaparım herhalde
+ Sen napıyorsun gecenin bu saati uyumadın mı?
-Su içmeye kalktım sana mesaj attım diyelim
"Gecenin dördünde su içmeye diye kalkıp bana yazan bir flört mü. Nasip et Allah'ım." Diyor Ela yanımda.
"Ya, sus ne flörtü."
"Flörtsünüz işte."
"Hiçte bile. Daha bir şey yok."
"Bu bir şey olmayan halinizse o-hoo." Ela'ya gülerek Murat'a yazmaya devam ediyorum.
+Tekrar geri uyumayıp yazmana sevindim
Bu yazdığımı ben nasıl yazdım acaba. Şu an aklım yerinde değildi, sadece ellerim yazıyordu bu mesajları. Bir şey düşünemiyordum.
-Daha önce yazacaktım aslında rahatsız etmek istemedim. Gerçi gece dörtte yazınca daha garip oldu sanki
Gülüyorum.
+Yok, hayır. Boş boş yolu izliyordum zaten sadece. İyi yaptın.
-Yazarım o zaman böyle arada sıkılma
+Bak işte bunu demicektin, hep yaz diye tuttururum sonra benden kurtulamazsın.
Yüzümde güller açarak yazıyorum bu mesajları. Aptal liseli aşıklar gibiyim.
-Kurtulamayım.
Bu mesajla birlikte daha çok gülüyor suratım. Kurtulamayım.
2 Ay Sonra, 14 Mart
"Geldin mi sen? Ben dersten çıktım şimdi geliyorum."
"Geldim, bekliyorum."
"Ya Murat kusura bakma bekletiyorum böyle."
"Ne demek kızım. Seni beklemek bile büyük bir şeref."
Gülerek "Yapma bakalım," diyorum.
Dersten çıkmış, Murat'la sözleştiğimiz kafeye doğru hızlı adımlarla ilerliyorum. Telefon numaralarımızı aldığımız günden beri konuşuyorduk. Şimdi Ela'nın dediği gibi tam anlamıyla flörtleşiyorduk, 2 aydır. Ne ben onu sıkıyordum artık sevgili olalım diye ne de o beni. Birlikte vakit geçirmek bizim için yetiyordu. Murat'la geçirdiğim her vakitte 'Allah'ım ben nasıl bir sevap işlemiş olabilirim' diye düşünüyordum.
Murat'la telefonda konuşuyorum kafeye varana kadar. Artık kafeye varıp onu gördüğümde kapatıyoruz telefonları.
"Naber," diyorum sarılarak.
"İyi, sen" diyor güzel gülümsemesiyle.
"İyiyim, kusura bakma beklettim," diyorum masaya otururken. Burası bizim kızlarla da arada geldiğimiz şöminesi olan sıcak bir kafe. İçeri girdiğinizden itibaren sizin içinizi huzur kaplayan bir koku doluyor burnunuza. Tabii Murat'ta olunca bu huzur daha da artıyor.
Murat'la kahvelerimizi içerek muhabbet ediyoruz bir süre. Bir an kızarıyor, birini mi gördü diyerek etrafıma bakındığımda elimin tutulduğunu hissediyorum. Ben etrafıma bakarken elimi tutuyor, gözlerimi açarak şu an ne olduğunu kavramaya çalışıyorum. Şu an o an mıydı?
"Aşk denilen bu duyguyu seninle öğrendim." Dediğinde içim titriyor. "Bunu bir adım öne taşımak istiyorum Öznur." Gözlerimin içine bakarken bu konuşmayı ne zamandır hazırladığını düşünüyorum. "Benimle çıkar mısın?" Diyor son olarak.
Bu güzel, tatlı şoku üzerimden atarak "çıkmamam için bir neden söyle?" Diyorum.
Biraz olsun üzerinde ki gerginliği atarak "öyle bir neden göremiyorum. Var mı?" Diyor gülümseyerek.
"Yok," dedikten sonra ağzımı kocaman açarak "EVET" diyorum. Evet Murat, seninle çıkarım.
Ve Murat'la 8 yıllık ilişkimiz böyle başlıyor...
Selamlarr, nasılsınız. İyisinizdir inşallah, her şey iyi gidiyordur.
Bölümü son anda yetiştirdim. Salladım biraz bu sıralar bölüm yazmayı ama 3 aydır her salı günü yeni bölüm attığım için bugün bu gelenek bozulsun istemedim.
Bu bölüm 8 yıl önceden bir özel bölüm oldu umarım beğenmişsinizdir? Neler düşünüyorsunuz, başka neler yazmalıyım lütfen yorumlarınızı yazınızzzzz.
Ve son olarak geçen bölümden sonra final mi oldu yoksa diye soru geldi :d Ama hayır final olmadı, salı günü 17.bölüm gelecek inşallah bir aksilik olmazsa. Final şu an için fazla yakın değil en az on bölüm daha var :)
Sevgilerrrr
23.06.2020
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Nefes
Mystery / Thriller#dava 1 - 15.05.2020 #gerilim 6 - 20.05.2020 #suçlu 2 - 08.07.2020 İçinde sıcak kahve olan bir kupa, üzerinde bir not: 'Bugün çok yoruldun sana kahve yaptım' -Mavi Nefes Kahve sıcak, bu notu yazalı ve evden ayrılalı çok zaman geçmiş olamaz. Savcı Öz...