1.3

5.3K 519 761
                                    

Biraz sürpriz bir bölüm oldu ama onları yazmayı özledim. İyi okumalar ^^

 İyi okumalar ^^

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

.

Ve tüm yıldızlar, beyaz bir inci gibi parlamak için her şeyi yaparken, günün ilk ışıkları bize ulaşıyordu. Yıldızların parlaması ise sadece bir uğraş olarak kalıyordu çünkü insanlar çoktan onları unutmuş, gün ışığına aldanmıştı. Nankörlüğün tanımı buydu. Çünkü gün ışığı, güneş batıp yok olduğunda geriye kalan bize yine yıldızların inci parıltılarıydı.

İnsanlar yıldızlardan vazgeçtiği gibi, bende insanlardan vazgeçmiştim. Bu da benim hayatımdaki en büyük çelişkiydi. Hangi psikolog görevi insanlarken, kendi içinde insanlardan vazgeçmişti ki? Hayır insanlardan vazgeçmemiştim. Benim tek vazgeçemediğim şey, bir şeylerden vazgeçememekti.

Üstümdeki beyaz, ince kabanı çıkararak sandalyenim arkasına astım. Hava fazla soğuk değildi fakat yağmur yağıyordu. Üstümdeki siyah, kalın askılı bluz ve altıma giydiğim beyaz dar etekle şık durduğumu düşünüyordum. Sarı saçlarım dalgalar halinde omuzlarıma dökülürken, sürdüğüm kırmızı rujlu dudaklarımı içine büktüm. Sandalyemi çekecekken,benden önce uzanan el sandalyemi kibarca çekti. Bakışlarım ona çıktığında gözlerimi kaçırdım. "Teşekkür ederim Sehun."

Gözleri ışıldarken kafasını sallayarak yanıma oturdu. "Rica ederim." Hayır, Sehun'la başbaşa yemekte değildim. Kliniktekilerin anlaşmasıyla akşam yemeğine çıkmıştık. Diğer meslektaşlarım masada bir bir yer alırken,bu teklifi kabul etmemin nedeni kafamı azda olsa dağıtmaktı. Lüks ve son derece elit olan mekanda, dikdörtgen şık bir masada oturuyorduk.

En son kafanı dağıttığında, sarhoş şekilde kendini, Taehyung'un kucağında bulmuştun dedi iç sesim. Taehyung... Onu ilk görüşümde onda bir şeyler olduğunu anlamıştım. Diğer hastalarım gibi değildi. Hiçbir zamanda olmamıştı zaten. O gün,evinden ayrıldığım günün ardından bir daha konuşmamıştık. Yaklaşık bir hafta geçmişti. Birkaç kere nasıl olduğumu soran kısa mesajlar atmıştı fakat kısaca 'iyiyim' yazarak geçiştirmiştim. Bende bir şeyler olduğunu farketsede,sorgulamamıştı. Depresyon döneminde olduğumu falan düşünüyordu büyük ihtimal ya da özel haftamda falan.

"Lisa?" Dalgınlığımdan kurtularak karşımda oturan, Bay Min Sung'a baktım. "Çok şık olmuşsun." Güldüm. "Ama dalgın gibisin bir sorun mu var?" Bay Sung'u severdim. Kendi halinde,olgun bir adamdı. Geçen sene eşiyle anlaşamadıkları için boşanmışlardı fakat odasında hala duran, eşiyle birlikte resminden ve telefon duvar kağıdının eşinin resmini olduğunu gördüğümden beri hala onu unutamadığını anlamıştım.

sweet little lies Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin