..
Tekrar sinirle kolumdaki saati yüz hizama getirdim, tamı tamına ben bu evin önünde beklemeye başlayalı kırk beş dakika olmuştu ve buna rağmen Kai bir türlü evden çıkmamıştı. Artık iyice sıkılmaya başlamış olmalıyım ki arabanın içine girip koltuğa oturdum, bu kadar çok beklemek benlik değildi. Arabanın radyosundan hoşuma gidecek bir kanal bulup bıraktım, şimdi manzaraya karşı arabanın içinde öylece yarı uzanıyor ve açtığım kanaldan eski bir şarkının sesi yükseliyordu. Kai bir süreliğine aklımdan çıkmıştı bile sonuçta benim de bugünü çok ciddiye aldığım söylenemezdi ama yine de gelmesini beklemiştim.
Elimi cebime atıp keyifle abimden aşırdığım bir dal sigarayı çıkarıp yakmaya heveslenecektim ki bakış açıma başka bir şey girdi. Dudaklarıma çoktan yerleştirdiğim sigarayı öylece bırakıp arabanın camına doğru iyice yaklaştım. Huening Kai'nin yan evinde kim oturuyor bilmiyordum ama pencereden eve girmek üzere olan adama bakılırsa başı derde girmek üzereydi. Arabanın kapısını açmak için elimi uzattığımda ne kadar buna vakit olmadığını bilsem de düşünmekten kendimi alıkoyamamıştım, babam eğer birisi için kendi hayatımı riske attığımı öğrenirse büyük ihtimal yaygara kopartırdı. Üstelik o bu olaya bir cinayetten çok temizleme gözüyle bakmaya çalışıyordu, tabii ki işin içinden çıkamadığı içindi bunu biliyordum. Suçlu olanların ölmesi nasıl içini rahatlatabilirdi ki, neye göre suçlulardı üstelik hiç kimsenin rahat uyuyamamasına neden olan bir katile göre mi?
Yine de arabadan inip hızlı adımlarla eve ilerledim, polis çağırmak için muhtemelen çok geçti polis gelene kadar evin içinde neler olurdu Tanrı bilir. Hızlı adımlarımın yetmeyeceğini fark edince ve adam hiç zorlanmadan evin içine girince koşmaya başladım, engelleyemediğim bir şekilde elim ayağıma dolaşmıştı. En son ne zaman kendimi bu kadar riskte hissetmiştim hatırlamıyordum bile.
Açık pencere bir hayli büyüktü sanırım bu kadar hızlı girebilmesinin nedeni de oydu, aynı onun gibi ben de içeri girdim.
“Bırak beni!” Girdiğim yer salondu, televizyon ve birkaç şaşalı sayılabilecek eşyadan dolayı bunu söyleyebilirdim ama sesin biraz daha ileriden ve boğuk geldiğini fark ettiğim gibi hareketlerimi sağdaki odaya yönlendirip kapıyı sonuna kadar açtım. Yerde uzanan birisi vardı ve çırpınıyordu, üzerine çıkmış olan kişinin elindeki bıçağı gördüğüm anda hareketlerimin duraksamasına izin vermeden bacaklarından yakaladığım gibi çektim. Yerde yatan kişiden çıkan inlemeye göre canı yanmıştı, ya üzerindeki ağırlık aniden gittiğinden ya da bıçak denk geldiğindendi bilmiyordum ama birinci seçenek şimdilik daha iyiydi.
Gördüğüm yüz beni daha da şaşırtırken ağzımdan çıkan “Taehyun.” nidasına engel olamamıştım ama bu beni oyalamamıştı çünkü ayağa kalkıp odanın dışına kaçmaya çalışan adamı çoktan fark etmiş ve arkasından gitmek için harekete geçmiştim bile.
“Beomgyu!” Taehyun'a hızlı ve anlamsız bakışlarımı çevirmiştim ki yerde ve yanında duran bıçağı alıp bana firlatmıştı, neyi bekliyordu? Onu öldürmeli falan mıydım? Yine de tüm hızımla koşarak pencereden atlamak üzere olan kişiye doğrulttum bıçağı. Saplanmasa da omzuna ne fazla ince ne de fazla derin bir kesik atmıştım ve anın şokuyla eli kaymış ve aşağı doğru düşmüştü. Tabii ki çok yüksek olmadığı için doğrulup koşmaya devam etmişti ve benim çabam da burada sona ermişti, onu yakalayamayacağımı biliyordum onun yerine pencereyi kapatıp Taehyun'un yanıma gitmem ve iyi olup olmadığına bakmam daha mantıklıydı ki öyle de yaptım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tag,you're it | taegyu
Fanfiction"kasabanın altın çocuğu taehyun'un uzun bir süredir sakladığı büyük sırları vardı."