Aleda-10 DÜZENLENDİ

105K 2.8K 1.9K
                                    

Herkesin hayatında, kendisini aydınlattığı bir ışık bulunurdu. Bazen bu ışık merhametiyle soft bir şekilde, yaptığınız hatalara karşı kendinizi affetmeniz için sizin saçlarınızı okşar, sizi yatıştırırdı. Bazen de tıpkı ansızın açılan bir araba farı gibi yüzünüze tokat gibi çarpar, siz kendi enkazınızın altından çıkmak için debelenirken beyninizin en ücra köşelerine attığınız o düşünceleri kaliteli bir demirmişçesine o enkazın üzerine atardı.

O enkazın altında kalırdınız.

O ışıksa, sizin enkazın altında olup olmamanızı önemsemezdi. Oraya yepyeni bir temel atardı.

Bu durumdaysa, o temelin üzerine çıkıp tamamen yepyeni bir hayat kurmanız mümkündü. Temelini atamadığınız her şeyin devamını siz getirmeye, yönetmeye, ipleri elinize almaya başlayabilirdiniz.

Ya da o temelin altında kalıp can verirdiniz ve bu kimsenin umurunda olmazdı.

Ruhsal ya da fiziksel, insanlar cesetleri sevmezdi.

Tam da şu an, zihnimin içerisi ceset torbalarıyla doluydu.

Barbaros'un sessizliği tıpkı bir ölüm gibi etrafımı sarmıştı. Nefes almaktan bile pişman olduğum anlardandı ve ben bu anları hayatım boyunca hiç yaşamamıştım. Nefes almak nasıl bir fazlalık gibi hissettirebilirdi?

Dakikalar önce bedenimde kalıbını bırakan uzun parmakları direksiyona sarılmış, karşısındaki bir direksiyon değil de düşmanıymışçasına asıldığı direksiyonu tuzla buz edecek diye aklım çıkıyordu. Hiç konuşmuyorduk, konuşmayı bırakın, nefes almak bile beni tedirgin ediyordu.

Göz ucuyla baktığım parmaklarından bakışlarımı çekerek, altımızdan su gibi kayıp giden yola çevirdim gözlerimi. Yol, tıpkı hatalarım gibi uzadıkça uzuyordu ve ben bir araba değildim, ya da biri tarafından kontrol edilmiyordum. Nerede duracağımı bilmiyordum. Tek bildiğim şey durmam gerektiğiydi.

Virajı iyi alamazsam mahvolacaktım, biliyordum.

Ama virajı iyi alacak yolu çoktan geçmiş gibi hissediyordum.

Ben o yoldan dakikalar önce yuvarlanmış, hiçbir şeyi hazmedemeden şarapnel parçaları karnımdan içeriye girmişti.

Dudaklarımdaki o sızı yine baş gösterdi. Sus çizgimin tam ortasındaki şişlik, onun diş izlerinden başka bir şeyden kaynaklanmıyordu. Dudaklarımda gezen dilim zaten yeteri kadar metalik tat kavrayabilmişti. Dudaklarımı birbirine bastıramıyordum çünkü her yeri yara bere içerisindeydi. Bu hâlde insanların karşısına nasıl çıkacaktım emin değildim. Bir aynaya bakma cesaretim bile yoktu. Kendimle yüzleşmekten bu kez o kadar korkuyordum ki, onun dikiz aynasından ara ara bana attığı bakışlara karşılık vermek şöyle dursun, ben o dikiz aynasından kendime bakamıyordum.

Üzerimde ona ait bir ceket vardı. Çıplak bedenimin üzerine atabildiğim tek şey oydu.

''Yaptığın şeylerin sonucunu görüyor musun?'' diyerek ölüm sessizliğini başımızdan savarken onun sesini duymaya hazır değildim. Sesi oldukça sert ve kızgındı. Sesi neden kızgındı? Afallamıştım. Yaşadıklarımızakızgındı, yoksa bana mı? Bunun cevabını öğrenemeyecekmiş gibi hissediyordum. ''Yapacağın her şeyin sonucunu bilmeme rağmen seçme hakkını sana bıraktım. Sen karşında kim olduğunu unuttun.''

PANDORA +18 |Yeniden YazılıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin