Bir insanı tanımak.
Bu saatten sonra asla inanmayacağım şeylerin başındaydı. Bir insanı tanıyamayacağımı az önce öğrenmiştim. Yıllar geçse, belki de asırlar geçse, insanları tanıyamazdım. Ne kadar açık olurlarsa olsun, ne kadar samimi olursak olalım, onları tanıyabileceğimi asla düşünmüyordum.
Az önce bir uçurumun kenarında, üç araba tarafından sıkıştırılmış durumdaydık. Bundan elbette korkmadığımı söyleyemiyordum. Hiçbir şey bilmediğim bir yerde, hiç tanımadığım fakat yabancı da hissetmediğim insanların yanında dururken tek sebeplerinin Barbaros'un bana olan takıntısı olarak adlandırırken asıl takıntılı olan kişiyi görmek canımı yakmaktan ziyade, beni boğmuştu.
Evet, tam anlamıyla boğulmuştum.
İşin içinden çıkabileceğimi zannetmiyordum. Barbaros, hayatıma öyle bir girmişti ki sanki bu hakka çok önceden sahipmiş gibi davranmaktan çekinmemişti. Onu reddedeceğim düşüncesini bile kafasından tamamen silmişti. Kendinden emindi. Hatta öyle bir emindi ki, üzerimde baskı kurmaktan çekinmemişti.
Biraz daha açarsam, emin olduğu şuydu; yerinde bir başkası olsaydı, ona kesinlikle en üst düzeyde tepki göstereceğimi biliyordu. Aynı zamanda, ona karşı istesem de tepki gösteremiyor olduğumu da biliyordu.
Ve bunu ben bile yeni fark etmiştim.
Yoksa hangimiz 'eski' sevgilisinin annesiyle karşısına geçen bir adamın, aynı zamanda en yakın arkadaşıyla çıkmasına bu kadar sakin tepki verebilirdi ki?
Cevap basitti. Barbaros kadar kendisinden emin ve bir bakışıyla içini huzursuz eden bir adam karşınızdaysa, kesinlikle tepki veremezdiniz.
Ahsen ve Meral'le ilgili kurulan her bir cümle içimi dağladı. Sanki beynimden vuruluyordum, sanki nefes alamıyor ve nefes almak için direniyordum. Çabalarımı kimse görmüyor, başımı suya daha çok bastırarak ciğerlerimin patlamasını bekliyorlardı.
Verdiğim tepkilerin hiçbir açıklaması yoktu. Bunları düşünürken bile buradan kalkıp gitmem, hatta yanımda oturan Bora'ya çığlık atarcasına Başer'in cesedini neden yaktığını, Barbaros'un böyle bir uyarıyı neden yaptırdığını haykırmam gerekirdi.
Yorgundum.
Yorgundum ve kimse görmüyordu.
Bora, bir elini direksiyondan çekti ve kumral saçlarını karıştırdı. Gergindi. Konuşmak istiyor, nasıl konuşacağını kestiremiyordu. Onları bu kadar geriye çeken şey neydi, bilmiyordum. Yorgun gözlerle ona baktığımı fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve kahverengi gözlerini gözlerimle buluşturdu.
''Sana yemin ederim bunu yaşamanı istemezdim.'' derken sesi oldukça samimiydi fakat bu samimiyeti reddettim. Bana gerekli olan samimiyet değildi. Bana gerekli olan elle tutulur cevaplardı. ''Her şeyin bitmesini ben de çok istiyorum ama gördüğün gibi. Her istediğimiz her istediğimiz zamanda olmuyor.''
Şakaklarıma dayadığım avuç içimi oradan uzaklaştırdım. Avuç içlerim terlemiş, hissettiğim duyguların yoğunluğundan yüzüm de biraz yanmaya başlamıştı. Klima çalışıyordu fakat pek faydası olduğu söylenemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PANDORA +18 |Yeniden Yazılıyor
RomanceKüfür, yetişkin içerik ve rahatsız edici sahneler içerir. ''Sevgilinin evinde, sevgilinin koltuğunda...'' der demez, titremelerim olsa da onun boğuk sesini pür dikkat, en tahrik edici melodileri dinler gibi dinlemeye devam ettim. ''Benim için bana g...