Gözlerimi bir çığlık sesiyle açtığımda, saat daha sabahın beşiydi. Yan tarafıma baktığımda Sıla'nın bembeyaz olmuş yüzüyle karşılaştım. Hızlıca yatağımdan doğruldum ve Sıla'nın yanına koştum. Hızlı ve çok sık nefes alıp veriyordu. Belli ki kabus görmüştü. Hemen yatağının ucundaki sürahiden bir bardak su doldurdum ve ona uzattım. Suyu alıp bir dikişte içti. Ben hala ona meraklı gözlerle bakarken konuşmaya başladı:
" İ-iyiyim, s-sadece bir kabus gördüm. Seni de uyandırdım. Özür dilerim."
"Önemli değil. Konuşmak ister misin?"
Bunu söyledikten sonra bir kaç dakika sustu ve en sonunda konuşmaya devam etti:
"Galiba annemi özledim..." Bunu o kadar içten söylemişti ki üzülmüştüm.
"Seni çok iyi anlıyorum, bende annemi çok özlüyorum. Anneni mi gördün?" dedim.
"Evet..." dedi sadece ve başka da bir şey söylemedi. Sonrasında konuşmak istemediğini anladım ve son kez:
"Eğer bir ihtiyacın olursa beni uyandır. Çekinme..." dedim. Başını 'tamam' anlamında salladı. Sonra bende yatağa geri döndüm. Saat daha çok erkendi ve çok uykum vardı. Bu nedenle çabucak uykuya daldım.
Bir kaç saat daha uyuduktan sonra o nefret ettiğim alarmın sesiyle tekrardan uyandım. Yavaşça kalkıp her zaman yaptığım rutin işlerimi hallettim ve ısıtıcıya su koydum. Su ısınırken o sırada hala uyumakta olan Sıla'yı uyandırmaya karar verdim. Yanına gittim ve korkmaması için sakince "Sıla, derse geç kalacaksın hadi uyan bir an önce hazırlan." dedim. Bir kaç kez kıpırdandıktan sonra benim aksime oldukça hızlı bir şekilde kendine geldi.
"Uyandırdığın için teşekkürler..." dedi ve kıyafetlerini alıp banyoya girdi. Bende o sırada kaynayan su ile kendime ve Sıla'ya birer kupa kahve yaptım. Sıla da banyodan çıkınca geldi ve kahvelerimizi yudumlamaya başladık.
Olan olaylardan ötürü hiç konuşma fırsatımız olmamıştı. Hangi bölümde okuduğunu bile bilmiyordum. Zaten konuşmaya pekte hevesli değildi. Bende bu anı fırsata çevirip bir kaç şey sormaya karar verdim.
"Sıla, sen bu okula hangi şehirden geldin?" Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra bana dönüp:
"Eskişehir" dedi. Kafamı salladım ve:
"Hangi bölümde okuyorsun?" dedim.
"İşletme" dedi.
"Kaç yıllık peki, dört mü iki mi ?"
"Dört"
Her sorduğum soruya tek kelimelik cevaplar vermesi her ne kadar beni sinir etse de bir şey diyemedim. Belliydi, gerçekten konuşmak istemiyordu. Bu hareketleri zaman geçtikçe merakımı kat kat arttırıyordu. Bir konuşsa anlayacaktım neyi olduğunu ama yok, konuşmuyor. Belki yabancılık çektiği için böyledir. Biraz daha tanısak birbirimizi belki o zaman konuşurdu. İşte bunu zaman gösterecekti...
Kahvelerimizi bitirince çantalarımızı alıp yurttan çıktık ve fakülteye doğru ilerlemeye başladık. Yolda yürürken tek bir kelime dahi konuşmadık. Fakülteye varınca "Görüşürüz." dedim ama o sadece kafasını sallamakla yetindi. Derin bir nefes alıp yemekhaneye indim. Çünkü dersimin başlamasına daha 45 dakika vardı. Boş bir masa bulup oturdum. O sırada Melis yanıma geldi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Güler yüzüyle bana,
"Naber Aymira ?" dedi.
"İyidir ne olsun işte. Senden naber ?"
"İyi bende. Anlat bakalım şu oda arkadaşını, kaynaşabildiniz mi ?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODAMDAKİ SIR (Tamamlandı)
Ficção AdolescenteDüşünsenize ; İki yıldır okuduğunuz üniversitede sessiz, sakin, rahat ve mutlu bir hayat sürerken hayatınıza bir kız giriyor ve her şeyi mahvediyor... Aymira'nın yurttaki yeni oda arkadaşı olan Sıla'nın her ne kadar dışarıdan gözükmese de sadece Ay...