Kalbim niye böyle atıyordu? Derin bir nefes alıp, kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Burada böyle tanımadığım bir adamın karşısında fazlaca durmuştum zaten. Yürümek için ilk adımı attım. Göz ucuyla tekrar baktığımda bu sefer ağaca baktığı gördüm. Ben yanından yürüyüp giderken o da ağaca doğru yürüdü. Artık ardımda kalmıştı tanımadığım bu adam. Adımlarım anlık olarak duraklasa da hemen toparlanıp hızla yürümeye başladım. Ama saniyeler içinde beni sesiyle durdurmuştu.
"Bu senin mi?"
Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Önce gözlerine baktım. Gözleriyle elini işaret edince bakışlarımı eline çevirdim. Elinde bir zincir sallanıyordu. Ona doğru biraz daha yaklaştım. Babamın zinciriydi bu. Bunu anlamamla birkaç adımda yanına gidip avcunun arasından aldım zinciri.
Nasıl düşürmüştüm bunu? Nasıl düşmesine izin vermiştim? Ya bu adam olmasaydı? Ya bulmasaydı? Bana söylemeseydi? Ne yapardım ben?
Babama ait bir sürü şeyim vardı. Ondan bana hatıra kalan. Bir sürü mektup, bir tesbih koleksiyonu. Bana bıraktığı güzel bir albüm. Daha bir sürü şey. Ama bu zincir, sadece bir zincir değildi. Annemin ilk kazandığı maaşla babama aldığı hediyeydi. Annem için de anlamı büyüktü. Ama babam için anlamı bambaşkaydı. Yıllarca, bu yaşına kadar, bu zinciri boynunda taşımıştı. Bense onu az kalsın kaybediyordum.
"İyi misin?" diye sordu bu defa. Başımı ağır ağır kaldırıp ona baktım. Ona bakarken gözümden bir damla yaş aktı. Avcumun içindeki zinciri sıktım. Boş olan elimi kaldırıp, gözümden akan yaşı sildim. Başımı aşağı yukarı salladım.
"Teşekkür ederim." dedim önce. Dudaklarımı yaladım ve konuşmama devam ettim. "Kaybetmeyi göze alamayacağım bir şeydi. Çok sağ ol."
Gözleri gezindi tüm benliğimde. Ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Sonunda konuşup "Senin için bu kadar önemliyse, daha dikkatli ol. Üzülme sonra." dediğinde yüzünde tek bir mimik bile oynatmadığını fark ettim. Dümdüzdü bakışları. Ama delici ve keskindi. Gözlerimin içine bakmıyordu sadece, tüm benliğime bakıyormuş, ruhuma kadar yetişiyormuş gibi hissettiriyordu bana.
"Hava da kararmaya başladı. Ben kaybolmadan gideyim en iyisi."
"Ben de geleyim seninle. Tek başına yürüme ormanda."
"Gelmene gerek yok. Ben giderim."
"Ormanda yatmayacağım herhalde. Benim de eve gitmem lazım." dedi ciddi bir ses tonuyla.
"Peki o zaman." dedim sadece. Yürümeye başladık beraber. Ama hiç konuşmadık. Arada bir birbirimize baktık. Konuşmak için ikimizde ağzımızı açmadık.
Sık ağaçların bulunduğu yerden çıktığımızda benimle gelmeye devam edeceğini anladım ama bunu istememiştim. İyi akşamlar dileyip, yanından hızla ayrıldım. Konuk Evi'nden içeriye girdiğimde girişte duran adama başımla selam verdim. Tam merdivenlerin olduğu kısıma gelmiştim ki Sevim Hanım çıktı önüme.
"Ah merhaba."
"Merhaba."
"Akşam yemeği saat 7'de veriliyor. İsterseniz odanıza getiririz isterseniz de burada yiyebilirsiniz. Tercih sizin."
"Tamamdır, bir üstümü değiştirip, inerim. Teşekkürler." dedikten sonra gülümseyerek geçtim yanından. Odama geldiğimde kapının arkasına yasladım sırtımı. Babamın zinciri hâlâ avcumun arasında duruyordu. Elimi kaldırıp, baktım. Kalbimin üzerine götürdüm.
Yalnızdım. Belki de yalnızlığımı en ağır hissettiğim günlerden biriydi. Şimdi sadece eşyalar vardı ailemden geriye. Elle tutabildiğim, gözlerimle görebildiğim. Ama ben onların kendilerini istiyordum. Hiçbir şey onların yerini dolduramazdı. Dolduramıyordu. Sadece kendimi avutuyordum bunlarla. Olduğum yerde yere oturdum. Zincir kalbimin üzerinde, kalp atışımı dinledim. Kalbim bile yorgun gibiydi. Atışlarından anlayabiliyordum bunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vasiyet
Roman d'amour"Gidiyorsun demek." Başımı salladım. "Öyle, ha bir hafta daha kalmışım, ha iki gün kalmışım. Ne fark edecekti ki zaten? Sonunda bir gidiş mutlaka olacaktı." Sigaradan çektiği zehirli dumanı dışarı doğru üfledi. "Aklında gitmek olanı, kimse durdura...