Bir bebek bir an da her şeyi unutturabiliyormuş.
Yiğit, öyle bir an da doğmuştu ki. Tamamen olmasa da bir süreliğine unutturmuştu bana bütün acılarımı. Eminim herkes içinde bu böyleydi. Tek odağımız Yiğit olmuştu."Sana gitmeyin diye o kadar söyledim Sıla. Ama yok, benim kızım her zaman kendi başının dikine gidecek. Senin beni hiç dinlediğin yok ki. Ankara da o kadar hazırlık yaptık. Hastanemiz belli, doktorumuz en iyi doğum doktoru ama senin gelip doğum yaptığın yere bak." dedi geldiğinden beri bir saniye bile susmamış olan Nilgün Hanım.
"Anne ne fark eder ha orası ha burası. Hem ben nereden bileyim erken doğum yapacağımı daha üç buçuk haftam vardı. Sonuç olarak Yiğit sağlıklı bir şekilde doğdu. İkimizde gayet iyiyiz." Sıla abla bir kez daha bıkkınlıkla açıklama yaptı annesine.
"Ne fark ederi olur mu Sıla? Şimdi bu kadar insanın içinde sana bunun farkını mı anlatayım?"
"Anne tamam, sus artık. Geçti gitti." diyerek araya girdi Yusuf sinirle.
"Aman tamam demedim bir şey." dedi Nilgün Hanım. Sıla'nın kucağındaki Yiğit'i dikkatlice aldı kolları arasına. "Yiğit, bir tanem benim. Canım oğlum benim." diyerek sevmeye başladı.
Nilgün Hanım, esmer, boyu bir hayli uzun, yaşını almış olmasına rağmen hâlâ çok alımlı bir kadındı. Bu hastaneye, bu şehre ait değilmiş gibi gözüküyordu.
Halime Ana'ya ne zaman baksam sabır çekip duruyordu. Bunu yaparken gözleri pür dikkat gelinindeydi. Bu hali beni güldürürken diğerlerini geriyordu. Sanki her an büyük bir bomba patlayacakmış gibi hissettiriyordu bu bana.
Bizim tüm kuzenler toplanmış, beyaz orkidelerden oluşan koca bir buket yaptırıp, hediyelerini de alıp gelmişlerdi. Halide beni aradığında Sıla ablanın başına takmak için bir mavi kurdele veya taç almalarını da söylemiştim. Geldiklerinde mavi ve beyaz çiçeklerden oluşan bir tacı direk Sıla ablanın başına takmıştık. Şimdi daha da güzel gözüküyordu Sıla abla. Mutluluğuna diyecek yoktu. Tüm sevdikleri yanındaydı. Eşi Selim Bey geldiğinden beri bir kez olsun bırakmamıştı eşinin elini. Yatağının kenarına oturmuş, arada bir saçlarını seviyor, eğilip öpüyor, elini okşuyordu. Tüm ailesi yanındaydı.
İşte o zaman şunu anladım. Aile mutluluk demekti, aile birlik demekti. Aile her şeydi.
"Yalnız bu çocuk aynı dayısı." diye Yiğit'e bakarak konuşan Kenan'a döndüm kendime gelerek.
"Yok canım, Yusuf'la alakası yok. Yusuf'un bebekliği böyle değildi. Selim'e benziyor." dedi Nilgün Hanım. Jest ve mimiklerini öyle iyi kullanıyordu ki, tüm dikkati kendisine topluyordu.
"Sen çok biliysun. Tam da Yusuf'a benziyi işte. Görmey musun? Şunun burnina bak. Selim'un burnu öyle midu?" diyen Halime Ana'ya döndüm dehşetle. Herkeste benimle birlikte ona bakarken bir an Halide'yle göz göze geldiğimde sırıttığını gördüm. Sıla ablaya baktığımda göz devirmişti bu konuşmalara. Kendisine laf atılan Selim Bey'in ise hiç umurunda değildi. Gülerek bakıyordu Halime Ana'ya.
"Aa Halime Hanım söylediğiniz laf mı şimdi? Ben kendi doğurduğum çocuğu bilmez miyim?" diyerek fitili daha çok ateşledi. Ben Halime Hanım demesini bir hayli garipserken Halime Ana da dayanamayarak lafını söylemekte gecikmedi.
"Hanumun batsun. Bilmeysun tabii. Bilsen der musun? Nasil baktuysan çocuğa artuk."
"Siz başladınız yine ağır ithamlarınıza. Ama ben bu mutlu günümde sizin yüzünüzden kendimi daha fazla üzmeyeceğim."
"Uzulsen ne uzulmesen ne. Anlamayana konişmam ben da merak etma."
"Hanımlar tamam bari bugün şu kavganıza biraz ara verin, lütfen." diyerek araya girdi halam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vasiyet
Storie d'amore"Gidiyorsun demek." Başımı salladım. "Öyle, ha bir hafta daha kalmışım, ha iki gün kalmışım. Ne fark edecekti ki zaten? Sonunda bir gidiş mutlaka olacaktı." Sigaradan çektiği zehirli dumanı dışarı doğru üfledi. "Aklında gitmek olanı, kimse durdura...