Bölüm 2:Bir Rus atasözünün dediği gibi "en son umut ölür."

316 15 2
                                    

Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu.

Yerimde doğrulup oturdum, önce önüme baktım bir süre boş boş. Sonra tamamen koltuktan kalktım ve banyoya gittim. Aynaya baktım, gerçekten berbat görünüyordum. Gözaltlarımda torbalar oluşmuştu ve karartılar vardı artık. Önce soyunup, duş aldım sonra da etrafı topladım. Dağınıklık, toz, pislik... Alerjimi de artırırdı normalde ama rahatsız etmemişti ya da sürekli ağladığımda fark edememiştim. Camları açtım, temiz havaya ihtiyacımız vardı evin de benim de.

Odama geçip dolabımı açtım. Bir eşofman altı ile yine bir eşofman üstü giydim, saçlarım ıslaktı, arkadan bağladım. Saçlarımı bağlarken Aytaç'ın saçlarım ıslak dolaşmama nasıl kızdığı aklıma geldi. Ben banyodan sonra saçlarımı genellikle kurutmazdım, o ise hasta olacağımı söyler, kurutma makinesini alır uçlarını kurutur ya da omuzlarıma havlu koyardı. Bunlar aklıma geldikçe gözyaşlarımı tutamadım, yanaklarımdan süzüldüler. Gözyaşları şu ara en yakın dostlarım. Sanırım bir süre de öyle olmaya devam edecekler. Onlar süzülmeye devam ederken başıma bir şapka geçirdim. Gözüme güneş gözlüğü taktım, suratım ne kadar az görünürse o kadar iyiydi. Dışarı çıktım. Biraz hava almak iyi gelmişti. Sonra kendimi Aytaç'ın iş yerinin önünde buldum. Otobüsten indim. Evden çıkarken ona gelme niyetim yoktu ama gelmiştim işte.

Aytaç, aylık bir dergide çalışıyordu. Derginin editörlerinden biriydi. Bir süre binaya baktım, tereddüt ettim ama nasıl olduğunu çok merak ediyordum. Bir kaç saniyede olsa onu görmek istiyordum. Belki binanın içinde bir yerlerde biraz görürüm diye binadan içeri girdim. Girişte danışmada şirin bir genç kız vardı. Beni tanımasın diye yüzüne bakmamaya gayret ediyordum. Aslında Aytaç'ın iş yerindeki çoğu çalışan beni tanırdı. Yanına ziyaretine gelirdim ya da işten çıkmasına yakın meşgul ise rahatsız etmemek için garajda arabasının yanında beklerdim. Gece çalışmak zorunda kaldığı zamanlarda yiyecek getirirdim ona. Hassas bir bünyesi, bazı yiyeceklere de alerjisi vardı. Her şeyi yiyemezdi. O yüzden de gece çalışması gerekirse onun yiyebileceği, sevdiği şeyleri hazırlar getirirdim. İşim olursa ya da sınavım varsa, yani geri gitmem gerektiği zamanlarda ise getirdiklerimi danışmadaki bu kıza bırakırdım. İşte bu yüzden beni tanırdı. Ne kadar dikkat etsem de yine de beni tanıdı.

"Melike Hanım?" Dedi. Ben de çaresiz başımı kaldırdım, gülümsedim.

"Kime gelmiştiniz?" Diye sordu.

"Aytaç çıktı mı?"

"Aytaç Bey... dergisinde işe başladı artık burada çalışmıyor. Diğer dergiye baş editör olarak geçti." Dedi bir süre duraksadıktan sonra;

"Sizin haberiniz yok mu? Şaşırdım biraz. Epeydir de görünmüyordunuz. Gitmeden önce sizi sormuştum aslında Aytaç Bey'e ama cevap vermedi. Nerelerdeydiniz sahi? Ailenizi ziyarete falan mı gittiniz?" Dedi gülümserken.

"Benim kimsem yok" Diyebildim sadece ve sonra hızla çıktım binadan. Aytaç belli ki kimseye bir şey söylememişti. O kadar iyi bir insandı ki, böyle birine nasıl ihanet edebilmiştim? Bu vicdan azabı beni mahvediyordu ama içimde ufak bir umut kıpırtısı oluştu. Ayrıldığımızı söylememişti. Bu, nedense garip bir şekilde beni umutlandırdı. Bir Rus atasözünün dediği gibi "en son umut ölür." Gerçekten de öyleymiş. Yaşama sevincim, amaçlarım, ölmüştü ama umut hala yaşıyordu. Nefes aldığımız sürece umut etmeye devam edeceğiz demek ki.

Belki de nedenini sorarlar diye kimseye söylememişti, yani gereksiz bir umuda kapılıyor olabilirdim. Evet, evet muhtemelen bu yüzden söylemedi.

Ellerim cebimde amaçsızca dolaştım o gün hava kararana kadar. Parkın birine gelmiştim, içine doğru girip banklardan birinde bağdaş kurup oturdum. Hemen önümde bir su birikintisi vardı. Eğildim birikinti de sokak ışıklarının izin verdiği sürece gördüğüm aksime baktım. Şapkama, yüzüme baktım bir süre. Bu yeni bir bendi. Bu yeni beni sevmiyordum. İnsanın kendisinden nefret etmesi, herhangi birinden nefret etmesinden daha zor.

Sadece bir hata!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin