Biraz ilerideki otoparka yürüyerek ilerliyoruz. Etraf o kadar boş ki sokakta tek ses topuklu ayakkabılarımın sesi. Annemle sessizce ilerlerken bir elin ağzımı kapattığını hissediyorum ve çığlık atmaya çalışıyorum ağzımı kapatan kolu tutup tırnaklarımı saplıyorum. Tırnaklarımı sapladığım an burnuma bir bez bastırılıyor. Bayılırken gördüğüm son şey başka bir adamın kollarındaki baygın annem oluyor aklımdaki son ise şey bebeğim oluyor.
***
Gözlerimi yavaşça aralıyorum öne düşmüş başımı kaldırıyorum ve etrafa bakıyorum. Boş ve karanlık depo gibi bir yerdeyim, etraf çok karanlık, sadece dört tane camdan giren ay ışığı etrafı aydınlatıyor. Ellerimi ve ayaklarımı kıpırdatmaya çalıştığımda sandalyeye bağlı olduklarını anlıyorum, çığlık atmaya çalıştığımda ise ağzımdaki bant buna engel oluyor. Gözlerim annemi arıyor. Annemi göremiyorum ve korkmaya başlıyorum. Sandalyede tepinmeye başlıyorum, ağzımdaki bandın izin verdiği kadar ses çıkartıyorum daha sonra elim bir ele değiyor annemin eli olduğunu anlamam uzun zaman almıyor. Annemin elini tutmaya çalışınca bana destek olurcasına elimi tutuyor, omum da arkamdaki bir sandalyede olduğunu bilmek içime su serpiyor. O kadar çok korkuyorum ki kalbime iğneler batıyormuşçasına acıyor. Bizi kimin kaçırdığını dahi bilmezken bebeğime bir şey olmasından korkuyorum.
Deponun kapısının açıldığını duyunca hemen başımı o tarafa çeviriyorum ve kimin girdiğine bakıyorum. Her zamanki takım elbise, geniş omuzlar ve tanıdık siyah gözleri görmek kalbime adeta bir hançer saplıyor.
"Bakıyorum da bizim külkedileri uyanmış." Dedikten sonra histerik bir kahkaha atarak yanımıza geliyor. Tam önümde durup ağzımdaki banda yöneliyor. Bandı tüm kuvvetiyle çekiyor. Dudaklarım yanıyor, çok acıyor.
"Neden?" diyorum gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamışken.
Babam hiçbir şey söylemeden annemin tarafına geçiyor. Bandı çekerken çıkan ses geliyor. Annemin de canının yandığını düşününce tüm kemiklerim titriyor.
"Kızımı bırak lütfen onun hiçbir suçu yok." Derken annemin sesinin titrediğini duymak canımı yakıyor.
"Lütfen bizi bırak." Diyorum yalvarırcasına.
Babam yine kahkaha atmaya başlıyor.
"Sen piskopatsın" Diye bağırıyorum.
"Ah kızım, anlayamıyorsun değil mi?"
"Ben senin kızın değilim." Diye tekrar bağırıyorum.
"Bağırmayı kes Güneş, sen benim kızımsın."
"Ama babalar kızlarını üzmezler. Onları severler."
Babam yine kahkaha atmaya başlayınca sinirlerim bozuluyor ve hıçkırarak ağlamaya başlıyorum.
"Ben birazdan geleceğim ses çıkartmayın yoksa ikinizi de öldürürüm."
Babam depodan çıkınca ağlamamı kontrol altına almayı çalışıyorum. Ama bu sefer karnıma bir ağrı saplanıyor.
"Güneş elimizdeki ipleri birbirine sürtelim kopar belki." Diyor annem titreyen sesiyle.
"Tamam anne." diyorum sessizce. Tüm gücümle ipleri birbirine sürtüyorum annemde bana eşlik ediyor. İp gevşemeye başladığında daha hızlı sürtüyorum birbirine.
"Az kaldı Güneş biraz daha dayan." Dediğinde bileklerim öylesine acıyordu ki.
"Tamam anne." Derken son gücümle birbirine sürtüyorum ve ip çözülüyor uyuşmuş ellerimi sandalyenin arkasından çekiyorum. Bilekleri ovuşturmadan ayaklarımdaki ipleri çözmeye çalışıyorum. Ellerim titrerken bunu yapamıyorum. Annem ayaklarını bendeden hızlı çözdüğü için bana yardım etmeye geliyor ve ayağımdaki ipi hızlıca çözüyor. Annem ipleri çözdüğü an ayağa kalkıp terlemiş ellerimi eteğime siliyorum daha sonra annemin elinden tutuyorum ve beraber kapıya koşuyoruz.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya
ChickLit🌼 Bana göre üç renk var dünyada ya da benim hayatımda üç renk var. Siyah, beyaz ve sarı. Siyah benim için kötülük yerine iyiliği temsil eder, kusurlarımızı ve bizim kötülüklerimizi örter. Bu yüzden bizde yaptığımız kötülükleri unuturuz ve iyi bir i...