Bölüm 13

3.2K 65 16
                                    

Gözetmenin direktifiyle kalemimi bıraktım ve kitapçığın kapağını kapatarak teslim alınmasını bekledim. Sınavlar beklediğimden çok daha kolaydı. Zorlandığım sorular olmadı desem yalan söylemiş olurdum ama bir boş dışında tüm soruları cevaplayabilmiştim.

Herkesin önündeki kitapçık toplandığında çıkabileceğimiz söylendi ve hep birlikte ayaklanarak kapıya ilerledik. Son ana kadar bekleyen çoğunluk, kapıda bir kalabalık oluşturmuştu.

Dışarıya çıktığımda görmüş olduğum manzara düne nazaran beni çok daha az etkilemişti. Sevinçle ailelerine koşan yaşıtlarımın kucaklanışları her nedense yeniden içime oturmuştu.

İlerleyerek beni bekleyen kurtarıcı meleğime koştum ve sarıldım bende. Arabasına dayalı olan bedeni ayrılarak benimle bir bütün oluşturduğunda kafamı kaldırarak yüzüne baktım.

"Çok güzel geçti." dediğimde o da benim gibi gülümsüyordu.

"Güzel geçeceğinden emindim zaten." dedi ve çocuk sever gibi parmaklarıyla yanaklarımı sıktı. Utandığım için yüzümü eğme isteğiyle doldum ve eğdim.

"Hadi atla bakalım. Kutlama yapmayı hak ettin." dediğinde gözlerimdeki ışıltılarla ona çevirdim bakışlarımı. Kutlama fikri kulağıma çok hoş gelmişti. En son ne zaman bir kutlama yaptığını bile unutmuş olan ben, çocuksu bir heyecanla dolup taşmıştım yeniden.

Mert yanımdan ayrılıp sürücü koltuğuna ilerlediğinde bende yolcu koltuğunun olduğu kapıyı açarak oturdum. Kemerimi bağlayıp önüme döndüğümde motordan gelen sesle beraber araba öne doğru atılarak yavaşça ilerledi. Etraf çok kalabalıktı. Yollarda öyle. Çok yavaş ilerliyorduk bu yüzden cadde üzerinde bir cafenin önünde durduk ve arabadan indik.

Mert'in yanına ulaştığımda elimi tutmak yerine parmaklarını açarak bana doğru uzattı. Gözleri ileriye bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak elimi elinin içine bıraktım ve hemen kavradı. Elimi kavradığı gibi yürümeye başladı. Kapıdan içeriye girdiğimizde yola çıktığımızda taktığı güneş gözlüğünü çıkardı ve içeriyi kısaca taradı. Sanırım beğenmişti ve yürümeye devam etmişti.

Çiçekli duvarın olduğu masaya ulaştığımızda çiçekli kısma ben oturarak sırtımı dönmüştüm. Mert ise karşıma oturduğu için çiçekli kısmı görüyordu. Çiçekler o kadar gerçekçiydi ki yapay oldukları anlaşılmıyordu bile.

Beyaz güller koca duvarı kaplamıştı. İçerisi sıcacıktı ama bunun havayla bir ilgisi yoktu. Her şey açık renkte seçilmişti. Güllerle uyum içerisindeydi masalar ve sandalyeler. Beyazlar içindeki garson bize yürüdüğünde cafenin seçimleri içimi temizlik hissiyle doldurmuştu.

"Ne alırdınız efendim?" dediğinde gözlerim Mert'e kaymıştı. Eliyle bana dur işareti yaptığında yaptığım şeye devam ettim. Boş boş bakmaya.

"İçecek ne alırsın?" diye garsonun sorusunu yineledi. Bu sıcak havada içilecek tek bir şey vardı.

"Bol buzlu limonata alırım." dedim fakat bunu garsona değil Mert'e söylemiştim. Buna karşılık ayağa kalkan Mert'e şaşkınlıkla bakıyordum. Garsonla beraber masadan uzaklaştıklarında başımı hafifçe eğerek gittikleri yere baktım. Girişin arkasında kalan tatlı dolabının önünde durduklarında tatlı seçimi yaptığını anladığım için eski yerimi aldım. Sırtımı kumaş, uçuk pembe koltuğa dayadım ve beklemeye başladım.

Kısa süre sonra Mert az önce terk ettiği yere oturduğunda bana göz kırpmıştı. Kırptığı göze karşılık bende ona gülümsemiştim. Birkaç dakika içerisinde önce servis yapılmış ardından kocaman bir pasta ile beraber az önceki garson belirmişti. Pastanın üzerindeki maytap ve volkan garsonun yüzünü kapatsada bize doğru gelmeyi başarabiliyordu. Mert dişlerini göstererek gülümsediğinde alkış tutmaya başlamıştı.

Dört 1 (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin