Bölüm 14

3.1K 70 18
                                    

Merdivenleri bir bir çıktıktan sonra önümde yalnızca kapı engeli kalmıştı. Kapıya uzandığım sırada bir el tarafından çekilerek durduruldum.

"Derin?" Sinirli bakışlarım önce beni durduran ele daha sonra ise ela gözlerin sahibine ilişti. Burada bir saniye bile kalmak istemiyordum. Kolumu sertçe çektim ama kurtaramadım.

"Bırak!" dedim. Resmen burnumdan soluyordum ve lanet olası gözlerim yine yaşlarla dolmuştu. Düşmemeleri için büyük çaba sarf ediyordum. Kolumu tekrar kurtarmaya çalıştım ama Çınar resmen elini koluma kenetlemişti.

"Nereye gidiyorsun? Bu halin ne?" sorgulayıcı bakışlarını ve elini üzerimden çekmeye niyeti yok gibiydi. İçimde çağlayan sinire hakim olmaya çalışıyordum. Fakat gerçekten zor duruyordum. Dakikalar önce kurduğumuz köprüleri yeniden yıkmak istemiyordum.

"Bırak dedim sana! Bırak!" son kez sertçe kolumu çektiğimde yaşamış olduğum acının içimdekini bastıramadığını fark ettim. Fakat şükür ki kolumu kurtarabilmiştim. Önümdeki kapıyı ittirerek açtığımda derin bir nefes aldım. Gözümden akan bir damla yaşı sinirle sildim. Yine acizce ağlıyordum.

"Derin!" Lobide yankılanan adımın sesini yeniden duymazdan geldim fakat topuk seslerinden hala peşimden geldiğinin farkındaydım.

Döner kapıya doğru adımlıyordum. Burada kalmamın hiçbir mantığı yoktu ve her geçen gün biraz daha anlamsızlaştığını anlıyordum. Nasıl gideceğimi bilemesem de gideceğimden emindim.

"Derin!" Adım bir kez daha yankılandığında topuk sesleri kesilmişti. Sürekli adımı tekrarlamasından ciddi anlamda bunalmıştım.

"Kes şunu Çınar!" diye yüksek desibelde yakarışta bulundum. Yeniden önüme döndüğümde bir damla daha yaş süzülmüştü. Yeniden hırsla sildim ve döner kapıdan geçerek süs havuzunun olduğu girişe çıktım.

Ayağımda topuklularla yürümem çok zordu. Daha zor olan şeyse nasıl gideceğimdi. Evimden çok uzak mıydım? O gün baya bir yol gelmiştik arabayla. Üzerimde neredeyse hiç para yoktu. Taksiyle gidemezdim. Otobüse binmek için ise kartım yoktu.

Lanet olsun ki hiçbir işe yaramayan acizin tekiydim. Kendimden nefret ediyordum. Bu kadar saf olmak zorunda mıydım? Ağlamak istemiyordum ama gözyaşlarımı da durduramıyordum.

Mert'ten de nefret ediyordum. Başka sevgilileri olacaksa beni neden sevgilisi gibi göstermişti ki etrafa? Ben böyle şeylere gelemezdim ki! Ben aldatılan sahte bir sevgili olamazdım ki! Ben bu hayata katlanmak zorunda değildim ki!

"Senden nefret ediyorum Mert Akçura!" Otele dönerek hırsla bağırdım. Çıkış kapısından geçerek yokuşu inmeye başladım. İçimde oluşan kırıklığa bir anlam veremiyordum. Hislerimin tek taraflı olduğunu bile bile üzülebilecek miydim gerçekten?

O bana gerçek bir sevgililiği vadetmemişti ki! Neyin kırgınlığıydı bu şimdi? Neyin gözyaşlarıydı? Sesli biçimde hıçkırdığımda sırtımı otelin duvarına yasladım. Lanet olası bir insandım ben. Güçsüzlüğümden ve acizliğimden nefret ediyordum. Bu hayattaki herkesten nefret ediyordum.

Gözyaşlarımı her sildiğimde yenisi ekleniyordu. Gözyaşlarımı silerken gözlerimi yukarı kaldırdım. Sonu görünmeyen bu koca binada bana artık bir yer yoktu. Mert Bey sahte sevgilisinden sıkılmış gerçeğini yapmak istemişti anlaşılan.

Tabi beni istemeyecekti. Sürekli mızmızlanan, sürekli ağlayan, başında binbir dert olan beni kim isterdi ki? İstemesinlerde zaten, ben kendi ayaklarımın üstünde durabilirdim. Eve gitmem lazımdı ama nasıl?

Bir durak bulma umuduyla yokuşu indim. Dört yol ağzına geldiğimde nereye gitmem gerektiğini bilemiyordum. Sağıma ve soluma baktığım sırada tanıdık motor sesi kulaklarımı doldurdu. Sol tarafımda beliren siyah araba tam yanımda durdu ve içinden yüzünü en son görmek isteyeceğim kişi indi.

Dört 1 (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin