Tohum

243 32 41
                                    

     Arkamda kalan kapıyı sinirle çarptığımda yatağında uzanan Mimi korkarak yerinden doğruldu.
-Yavaş güzelim!
-Mimi...
Gardıroba ilerleyip üstümdeki ceketi yere fırlattım. Elime geçen buz mavisi kotu giyip söylenen Mimi'ye kulak verdim.
-Anlatacak mısın,yoksa dönüp yatayım mı?
-Hayır,benim.. benim sana bir şey söylemem lazım.
-Ne oluyor?
Siyah bandeau'yu üstüme geçirirken konuşmaya başladım.
-İlk geldiğimde bana bir şeyler anlatmıştın,hatırlıyor musun?
-Hangisi?
-Bir bıçak olduğunu söylemiştin.
-Bir çok bıçak var.
-Tamam. İşte bana o lazım.
-Ne?
-Lütfen eğer biliyorsan..
-Kimi öldüreceksin?,dedi tüm soğukkanlılığıyla,tüm düşüncelerimi gözlerimden anlamış gibi bakıyordu soğuk  suratıma.
-Kimseyi!
-Bana yalan söyleme!
-Hayır sadece.. Ona ulaşmak istiyorum. Ve ona ulaşırken yoluma çıkan engelleri kaldırmak zorunda kalabilirim ve inan bu umrumda değil!
-Kime?
-Tabris.
-Vera,lanet olsun! Aklından ne geçiyor senin? Cebine bir bıçak koyup,öylece bir Seraf'a mı gideceksin? Asla!
-Nerede o?
-Kimse bilmez!
-Peki,bulurum!
-Saçmalıyorsun,yapma! İyi bitmez,lütfen!
-Zaten iyi bitmeyeceğini ikimiz de biliyorduk Mimi.
Ayağa kalkıp kemerimde olan ellerimi tuttu.
-Zararlı çıkacaksın.
-Denemeliyim,Mimi.
-Peki! Madem istiyorsun,söyleyeceğim... Bıçaklar okulun en üst katında bir odada tutulur. Bir camekân kutunun içinde ama oraya giremezsin.
-Ne yapacağım?
-Bilmiyorum ama öğretmenlerin de var.
-Odalarında mı?
-Yani,evet orada olmalı ama kolaylıkla anlayabilirler.
-Peki,sorun değil.
Omuzlarını sarıp onu kendime çektim.
"Teşekkür ederim"
Önümde duran beyaz gömleğin önünü  iliklemeden ayağımda kalan siyah botların bağcıklarını sıkılaştırdım. Pantolonu botun içine atıp kapıya yöneldim.
"Yapma,lütfen..."
Arkamda kalan kırılgan sesiyle olduğum yerde kaldım. İlk defa duyuyordum bu sesi. Tedirginleşmiştim. Ona dönmeden kapıyı araladım.
"Yapmak zorundayım,biliyorsun."
Uykusuz gözlerim görüşümü engellerken hızla koridorda ilerledim. Kafamdaki plan aslında hazırdı. Ne kadar doğruydu,bilmiyordum. Belki de doğru olmadığından adım kadar emindim ama böyle oturamazdım. Buğulu gözlerimi silip üst kata çıktım. Onların odasından alacaktım. En azından bu saçma durumda en mantıklı seçenek buydu. Hızlı adımlarla odaların olduğu alana geldim. Karşımda duran üç kapıya bir göz atıp derin bir nefes aldım. Hangisi,hangisi?...Kapı üstündeki kadın figürüne takılan gözlerim,ayaklarımı bu oda olduğuna ikna etmiş gibiydi. Sanki her gün Misselina'nın odasından bir şey çalıyormuş gibi hızla kapıyı açtım. Odada biri olmasından korkmuyordum. Uzun zaman sonra kaybedecek bir şeyim olmadığını iliklerime kadar hissediyordum. Yalnızdım. Ayak bağı olacak kimse yoktu. Bu özgürlüktü. Karanlık odada yavaş adımlarla ilerledim. Gözlerimin zorlukla seçebildiği masaya dokundum. Fenzio'nun odasıyla aynı şekilde dizayn edilmişti. Karşıda bir de koltuk olması gerekliydi sanırım. Ah,tam hatırlamıyordum. Yavaşça eğilip masanın gözlerini karıştırmaya başladım. Elime gelen bir kaç kağıt ve zincir sesi... Çekmeceyi kapatıp ayağa kalktım,derin bir nefes verirken kafamı yavaşça yukarı kaldırdım. Nerede olabilir,nerede? Merakla arkamı döndüm. Ellerimi karanlığa daldırdım ve etrafı ayırt etmeye çalıştım. Elimin bir şeye takılmasıyla durdum. Parmaklarımı etrafında gezdirdim ve onu kendime çektim. Kapı mıydı? Hayır bir dolap... İlerledim ve elimle beraber kolumu da içine daldırdım,bu bilinmezliğe. Ellerimi yandaki duvarlarına değdirirken keskin bir acıyla geri çektim.
"Ah!"
Kolumda hissettiğim ıslaklığı silip ışığa çekildim. Pencereye uzattığım kolumun kanını elimle tekrar silerken dolaba ilerledim. Bıçak orada olmalıydı. Başka bir şey kanatamazdı beni biliyordum. Yüzümü yakınlaştırıp usulca parmaklarımı gezdirdim. Ürkek parmaklarım soğuk metale değdiğinde yavaşça kabzasından tutup çektim. Bir yere takılı gibiydi,seçemiyordum. Yavaşça olduğu yerden söküp arkama aldım. Kolumda akmaya devam eden kanın yere düşmesinden korktuğumdan bıçağı arkama saklayıp kapıyı araladım. Yavaş adımlarla çıkıp aralık kalan kapıyı örttüm. Arkamı döndüğümde dilimden dökülen kelimeler eşliğinde şaşırdım.
-Siktir!
-Sakin ol,dedi gülmeye başlayan Albert.
-Ne yapıyorsun burada?
-Asıl sen ne yapıyorsun?
-Ben...Sana ne?
Kesik kolumu tutan elimi indirip çenesini kaşıdı.
-Kanıyorsun.
-Aman Tanrım!,dedim sahte bir gülümsemeyle. Gözlerimi devirip yanından geçerken arkamdan kısık sesle konuştu.
"Misselina'nın odasında ne yaptığını merak ediyorum,sadece"
Arkama dönmedim,devam ettim.
"Diğerleri de merak edecektir"
Sözleriyle bir hışımla üstüne yürüdüm.
-Beni tehdit etmeye cüret etme!
-Arkandaki bıçakla beni öldürür müsün?
Kendimi geri çekip gülerek saçlarımı parmaklarımdan geçirdim. Tam bir şey söyleyecekken elleriyle yüzümü kavrayıp fısıldadı.
"Sadece sana yardım etmek istiyorum,lütfen. Kimseye bir şey söylemeyeceğimi biliyorsun!"
Yüzümü yüzüne yaklaştırıp aynı tonda konuştum.
"Yardımına ihtiyacım yok!"
Hızla koridorda ilerleyip merdivenlere indim. Peşimden geldiğinin farkındaydım. Umursamadım. Dışarı çıktığımda hızla arkamı dönüp yakasını tuttum.
-Ne istiyorsun?
-Hiçbir şey!,dedi ellerini teslim olurmuşçasına kaldırırken.
-Ne istiyorsun!
-Sadece yardım etmek Vera,ne oluyor sana?
-Neden!
-Seni sevdiğimi biliyorsun!
Ellerim yavaşça gevşerken arkama döndüm. Doğru düşünemiyordum. Ellerimle yüzümü ovuşturup kendime gelmeye çalıştım. Yavaş adımlarla önüme geçip yüzüme baktı.
-Koluna bir şey sarmalıyız.
-Oh,peki. Zaten her şey ortada.
Sırıtıp elimden tuttu ve beni okulun arkasına götürdü. Usulca bir ağacın arkasına oturduk. Ceketinin cebinden bir bez çıkarıp omuzumdan gömleği indirdi.
"Nasıl başardın bunu?",dedi tekrar gülmeye başladığında. Kolumu sarıp diğer elime baktı.
-Ne oldu?
-Önemli değil,dedim düşen gömleği koluma geçirirken. Bezden koparttığı parçayı elimi verirken,
"Bağla",dedi. Bağladım,itiraz etmedim,bu kez.
-Neden yapıyorsun bunu?
-Neyi?
-Albert,melek olsan belki inanırdım ama... Bana öylesine yardım ettiğini söyleme.
-Aslında bakarsan...Senden gerçekten hoşlanıyorum hem çok eğlencelisin. Sıkılıyorum burada. Yapacak hiçbir şey yok. Sende olay bitmiyor,seviyorum.
Sırıtıp,pantalona sıkıştırdığım bıçağı önüne koydum.
-Ne yapıyoruz Blake!,dedi çapkın gülümsemesiyle.
-Madem bu kadar isteklisin hem sanırım  senden kurtuluşum da yok! Bir Seraf'ı arıyorum.
-İsim?
-Tabris.
-Neden?
-Söylemeyeceksen gidiyorum.
-Ah,dur! Seraflar'ı kolaylıkla bulamayız. Önemli bir olay olması gerek,cennetten inmeleri için.
-Ne kadar önemli peki?
-Çok!
-Çıkarabilir miyiz peki onu?
-Çok zor ama bir ihtimal..
-Peki..,dedim ayağa kalkarken. Elimi uzatıp sırıttım.
"O zaman küçük yaramazlığıma katıl!"
Elimi tutup yüzünü benimkine yaklaştırdı.
"Hemen!"
Bulutların arasına sokulan güneş eşliğinde kanatlarımızı açıp Aceheron'a doğru yol aldık. Orası eşitliği temsil ediyordu,herkesin gözünde. Ve biz bu eşitliği yıkmayı hedefliyorduk. Çünkü bu gerçek değildi. Bir hayâl dünyasında yaşıyorlardı ve ben onlara gerçekleri gösterecektim. Bu bozuk düzeni yeniden kuracaktım. Arkamdaki bıçağı çıkarıp yeşil ağaçların arasından ilerledim ve karşımda duran eşitlik temsili heykele sapladım. Bir hışımla aşağı çektiğimde bir tarafı melek,bir tarafı şeytanı işaret eden heykel ikiye bölündü. Sırıttım.
-Hey!,dedi beni geri çeken Albert.
-Ne var?
-Çok hızlı başlamadık mı sence?
-Dikkat çekmeliyiz!
Sırıtıp elimdeki bıçağı çekti ve bir darbe daha vurdu. En büyük putu devirmiştik aslında. Fakat bu yeterli miydi,bilmiyordum. Bir köşeye çekilip yere oturdum. Albert ise elleri cebinde ortalığı kolaçan ediyordu.
-Peki,bunu farkettiklerinde ne olacak?,dedi bana yaklaşırken.
-Bilmem,biraz delirsinler istiyorum.
-Senin yaptığını anlayacaklardır.
-Onun için yapıyorum.
Başıma ne gelirse gelsin sadece o herifi bulmak istiyordum. Onun karşısında dikilmek ve hesap sormak! Başıma giren ağrıyla ellerimle alnımı sardım. Albert,konuşmaya devam ediyordu.
"Başka yapacak bir şey yok,gidelim!"
Gözlerimi ovuşturup işaret parmağımı dudaklarıma bastırdım.
"Sessiz ol!"
Yanıma oturup,
"Ne oldu?",dedi.
Kendimi toplayıp,ayağa kalktım yüzüme yaydığım zoraki gülümsemeyle. Kanatlarımı açıp bir hışımla aşağı indim. Havalanan gömleğimi düzeltip yanımda duran Albert'e döndüm.
"Saklanmalıyız!",dedi kolumdan beni kenara çekerken.
-Bırak,ne oluyor?
-Gel!
Uzun otların arasına saklandığında sıktığı kolumu çektim.
-Ne yapıyorsun?
-Bak,dedi eliyle okulun önündeki kalabalığı gösterirken.
-Siktir!
Fenzio ve Misselina koşarak okuldan çıkıp toplanan bir kaç öğrenciyi uzaklaştırdığında kanlar içinde yatan tanınmayanı gördüm. Gözlerim şaşkınlıkla onu izlerken bedenim hareket etmeyi reddediyordu. Herald'ın yüksek sesiyle titrerken ona baktım.
"Görülecek bir şey yok,işe yaramazlar!"
Misselina eğilip kızın başını dizlerine koydu. Parmaklarını saçlarında gezdirip onu göğsüne bastırdı. Yıllardır onu tanıyan biriymiş gibi davranıyordu. Fenzio,onun anne şefkatine karşın yeni gelen öğrencileri uzaklaştırıyor,bağırıyordu. Ölen kızın arkadaşları olmalıydılar ki bir grup çığlık çığlığa ağlıyordu. Ne olacaktı peki ona? İkinci kez ölünce nereye gidilirdi ki? Düşüncelerimi bölen Dino'nun aceleci kanat sesleri oldu.
"Baba!",dedi telaşla. Fenzio'nun sinirli bakışları üstüne değdiğinde tavrını düzeltip devam etti.
-Melek Fenzio,cennet...
-Söyle!
-Aceheron,efendim. Eşitlik heykeli yıkılmış,bir çok alan tahrip edilmiş. Melekler...onlar söyledi.
Fenzio'nun çıldırmış bakışlarını gördüğümde Albert'e döndüm. Sırıtıyordu. Bir film seyreder gibi izliyordu bu felâketi. Önüme döndüğümde Fenzio,Misselina'ya döndü.
-Bunun ne demek olduğunu ikimiz de biliyoruz!
-Fenzio,bilemeyiz...
-Senin yüzünden,senin şu gereksiz merhametinden...Kehanet gerçek olacak demiştim. Olacakları söylemiştim! Ama sen şu merhametini yine şeytanın tekine gösterdin!
-Şepfa bir emir buyurmamıştı,hâlâ...
-Biz Şepfa'ya yardım ederiz,melek! Bizler O'nun elleriyiz! Bizler karar vermeliydik!
Birkaç melek gelip tanınmayanın bedenini alırken Misselina hüzün dolu gözleriyle kızın gitmesini izledi. Yavaşça ayağa kalkıp Fenzio'ya döndü.
-Masumlara zarar vermeyiz,sen şeytan değilsin Fenzio,yerini bil!
-O masum değil! Doğumu ile Şepfa günlerce bizleri cezalandırmışken nasıl masum oluyor? Yoksa karşı mı geliyorsun?
-Asla!
-O zaman bul! Malbonte'yi nasıl bu okula soktuysan geri getir!
Nefes alışlarım hızlanırken gözlerimle öğrenci kalabalığını süzdüm. Kimisinin gözleri büyümüş,ağlıyor diğerleri ise buralı dahi değildi. Gözlerim Mimi'yi bulduğunda hüzünlendim. Gergin yüzüyle olan biteni izliyordu.
"Ben yapmadım",dedim kısık sesimle. Duysun istedim,bilsin istedim. Yalan söylediğimi düşünmesini istemedim. Albert,elimden tutup beni uçuruma doğru sürüklerken gözlerim yerdeki kanlara kilitliydi.
-Vera!,dedi yüzümü ellerinin arasına alırken .
-Ben yapmadım...
-Sen yapmadın,biliyorum ama gitmeliyiz.
Bir şey dememe izin vermeden uçurumun aşağısına bıraktı kendini. Peşinden ilerlerken tuttuğu elimi yeni farketmiştim. Tepki vermedim. Bir yerde durduğunda sızlayan başımı tuttum.
-İyi misin?
-Değilim!
Kendimi geri çekip mağara benzeri yere girdim. Her yer taşlarla kaplı,karanlık bir yerdi. Küçük bir delik vardı kayaların arasından ışığı içeri sokan. Bir kenara oturup bacaklarımı kendime çektim. Sızlayan başımı dizlerime yaslayıp Albert'i duymamaya çalıştım.
"Hey!"
"..."
"..."
Seçemiyordum söylediklerini. Kafamın içinde o ritim yine başlamıştı. Kızın çığlıkları duyuluyordu,bu kez tüm hücrelerinde. Ellerimle bir kaç kez soğuk metali kızın sırtına soktuğumu gördüm. Engel olamıyordum kendime. Duramıyordum. Ne istedim bu kızdan?   Yanan gözlerimi Albert'e diktiğimde bana yaklaşıp heyecanla yanıma oturdu. Başımı göğsüne yaslayıp kollarını bana sardı. Titriyordum.
"Ne oluyor böyle?"
"..."
"İstediğimiz oldu sanıyordum"
Sinirle kendimi geri çekip bağırmaya başladım.
"Ben yapmadım!",dedim ayağa kalkarken. Titreyen parmaklarımı saçlarımdan geçirip engel olamadığım yaşları sildim.
-Biliyorum güzelim!
-Yine suçlanıyorum,Albert! Ve lanet olsun!.. Neden bilmiyorum ama onu öldürmüşüm gibi hissediyorum. Onu ben mi öldürdüm?,dedim dizlerimin üstüne düşerken. Delirmiş gibiydim. Ellerimde gördüğüm kanlar beni delirtiyordu. İçten içe beni rahatsız edip duran şey geri gelmişti. Ellerime bakıp taşa sürttüm. Tanınmayanın kanının geçmesini istiyordum sadece. Nasıl yaptım bunu?
    Albert'in ellerimi tutmasıyla ona baktım.
-Onu sen öldürmedin!
-O zaman bu kanlar..,dedim ellerime bakarken. Hiç bir şey yoktu. Titreyen ellerimi çekip ıslak yanaklarımı sildim.
-Ben deliriyorum!
-Etkilendin sadece bu!
-Hayır,hayır. Onu öldürdüğümü gördüm.
-Şşşş,diye fısıldadı ellerimi tutarken. Çeneme koyduğu parmağıyla başımı kaldırdı.
"Baksana bana"
Gözlerimiz buluştuğunda gülümsedi.
-Onu öldürmedin ama mecbur kalsaydın öldürecektin. Onun canı senin için önemli değil. Bu yola neden çıktığımızı hatırla!
-Hayır,ben.. Ben bana zarar verenleri öldüreceğim. Onlara acımayacağıma yemin ederim ama o kızı tanımıyorum bile. Onu öldürmezdim!
-Peki...,deyip kollarını tekrar bana sardı. Başımı göğsüne saklayıp biraz olsun kaçınmak istedim,her şeyden. Başaramadım. Kulağımda hâlâ çığlıkları varken geri çekilip titreyen ellerime baktım. Kan var mı? Temiz olduğumu gördüğümde gözlerim tekrar doldu. Neler oluyordu böyle? Ayakta duracak hâlim yoktu. Bir anda tüm dünya kararırken kafamın soğuk taşa değdiğini hissettim.
    Gözlerimi açtığımda göz yuvarlarımı tozlarla dolduran şiddetli rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu. Yüzüme gelen ufak tefek parçalar görüşümü zorlaştırırken yürümeye devam ettim. Kafamı kaldırıp havaya baktığımda esen şiddetli rüzgar kırmızı havayı süpürüyordu. Hissettiğim,burnuma gelen koku yalnızca kandı. Kafamı çevirdiğimde gözlerim ellerime değdi. Kan içindeydiler. Şaşkınlıkla gözlerim büyürken bir elimde duran bıçağı farkettim. Parlak ucundan kan damlıyordu. Durmaya çalıştım fakat yapamıyordum. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ediyordum. Korkuyla arkama döndüm. Ne yaptım ben? Parlak sarı saçlarına kan sıçramış Dino hemen arkamda yatıyordu. Hareket etmiyordu. Tekrar durmaya çalıştım. Tekrar ve tekrar... Gözlerim yanmaya başlamış fakat yaşlarım yanaklarıma değmeden rüzgâr alıp götürüyordu. Yürümeme engel olamazken Mimi çıkmıştı bu kez önüme. Öylece duruyordu. Adımlarım sabit hızda ilerlerken elimdeki bıçağı kaldırıp göğsüne sapladım. Şiddetli rüzgâr hissetmemi engellese de yüzüme değen kanını hissettim. Hayır! Hayır! Yere düştüğünde hiçbir şey olmamış gibi ilerledim. Tanrım! Hayır! Bedeni kırmızılıkta kaybolurken gözlerimden kanlar akıyordu âdeta. Acı çığlığım yeri göğü inletirken onu sadece benim duyabildiğim gerçeği beni parçalıyordu. Önüme Sami geldiğinde "Hayır!",dedim. Hayır,hayır! Ama kırılası elim bir kez daha onun da göğsünü parçalara ayırmıştı. Onların boş bakışlarına karşın,çok şey anlatmak istiyordum. Yapamıyordum. Sonu yok mu bunun? Adi önüme geldiğinde aynı şeyler tekrar ve tekrar yaşandı. Kaç kişinin kanı vardı ellerimde? Sayamıyordum. İçimdeki çığlık dışarı çıkmak için yalvarırken bir kez  daha hayır dedim. Ne olur bitsin! Ne olur! Ama elimdeki bıçak bir kez daha kalkıvermişti.
"Biri daha olmaz! Lütfen!"
Sesim çıkmıyordu. Yavaş adımlarla yürümeye devam ettim.
"Kimse yok mu?"
Karşımda bana bakıp duran siyahları gördüğümde durmaya çalıştım. Bir kez daha,bir kez daha... Bu olmaz! Elim bir kez daha kalktığında rüzgârın soğuğunu iliklerime kadar hissettim.
"Lütfen dur! Yalvarırım! Lütfen!",dedim boğuk sesim göz yaşlarıma karışırken. Ona yaklaştığımda kanlı ellerim onun kanına da erişmişti. Göğüsüne sapladığım bıçak onu yere düşürürken bakmaya çalıştım.
"Lucifer! Olamaz! Gitme!" Bedeni tozlar arasında kaybolurken kafamı ani bir hareketle önüme döndürdüm. Dönemiyordum. Önüme gelen saçları dahi çekemiyordum. Kukla gibi biri beni sürüklüyordu. Hâlâ yürüyordum. Kalbim paramparça olurken elim başkalarının kanına bulanmaya devam ediyordu.
"Hayır!"
Bileğimdeki sancıyla gözlerimi açtığımda soğuk taşa değen burnumu kaldırdım. Islak kirpiklerimi kırpıştırıp burnumdan akan kanların yere döküldüğünü gördüm. Telaşla geri çekilirken bir kez daha bileğimin yanışıyla olduğum yerde kaldım. Kafamı hızlıca etrafta gezdirdiğimde ilk gün beni getirdikleri mahzene benzeyen bir yerde oturuyordum. Taşların arasından sızan küçük ışıklar...Ellerime döndüm. Bileklerim zincirlerle duvara sabitlenmiş,hareket ettikçe bir ateşe değer gibi yakıyordu.
"Lucifer",dedim küçük bir umut kırıntısıyla.
"Kimse yok mu?"
Ağzımdan akan kanın boşalmasını durduramazken içimi saran korku beni teslimiyeti altına alıyordu.
"Oh,yine başladık,siktir!"
Adım seslerini duyduğumda doğrulmaya çalıştım fakat başarılı olamadım. Kapıya vurulduğunda çıkan gürültüyle irkildim.
-Uyanmışsın!
-Fenzio...Seni piç!
Kapıya tekrar vurduğunda bağırmaya başladı.
-Benim bir şey yapmama gerek kalmayacak demiştim! Beni yanıltmadın.
Bir şey söylemedim,aklım hâlâ gördüklerimdeydi. Karanlıkta soluk yüzleri gözlerimin önüne geldikçe midem bulanıyordu. Adım sesleri uzaklaşmaya başladığında sözlerini duymayı başardım.
"Sen günahın tohumusun! Burada atılmaması gereken bir tohum!"

Arkadaşlar selaamm💓 Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Geç oldu farkındayım fakat şu sıra o kadar yoğun bir tempodayım ki fırsat ancak bulabildim. Yeni bölümü oy sayımız 500'ü geçtiğinde atacağım çünkü hem biraz zamana hem de biraz oya ihtiyacımız var. Yeni okumaya başlayanlar var biliyorum❤ Beğeniyorsanız oy vermeyi unutmayın. Bir de sizce neler olacak,iyi kötü düşüncelerinizi benimle paylaşın🥰●

Göklerden Yükselen AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin