danger

109 25 37
                                    

Merhaba! Michael'dan bir bölüm yazmayacağım demiştim ama gerektiğini düşündüm ve işte buradayız. Okuyucu sayısındaki müthiş düşüş beni korkunç etkilese ve mutsuz etse de devam edeceğim. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar.

Michael

Geçmişteki mutlulukların anımsanmasının acıların en büyüğü olduğunu söyler, Dante.

Son birkaç aydır göğüs kafesimin ortasında çırpınan sabırsız, korkak ve ürkek duygunun tanımının yapılması beni ne kadar rahatlatmış olsa da bu kadar acı çekmekle ilgili hiç bir detay hoşuma gitmiyordu. Evet, geçmişteki mutluluklarımı anımsamak yerine ölmeyi tercih edebilirdim.

O mutluluğu yok etmelerine nasıl izin verdiğimi ve kendi huzurumun kanını kendi ellerime nasıl bulaştırdığımı düşününce, bunu yaşamak yerine ölmüş olmayı dilerdim.

Yine de tüm bu yoğun acı karşısında ellerimi göğsüme bastırıp o duyguyu yok saymak, ondan ve tüm yaşananlardan kaçmak kendimi öldürmekten daha kolay cesaret edebildiğim bir şey olmuştu. İşte buradayım. Gözlerimin Almanya'nın bir türlü alışamadığım her daim bulutlu gökyüzüne diktiğimde veya kendi düşüncelerimin uçsuz bucaksız bir okyanus gibi bir anda her yanımı sardığını farkedemediğim sularında boğulmak adına çırpınmamaya çalışırken ve vücudum benden bağımsız hareket edip beni suyun üstüne taşırken; anlamıştım ki ölmek benim cesaret edebileceğimden çok daha fazlasıydı.

Kaçmıştım, kaçıyordum. Her sabah uyandığımda vücudumun bana ait herhangi bir parçasını ilk gördüğüm an tüm yediklerimin ağzıma gelmesine sebep olan midemle, hiç bir şeyden korkmadığımı kendime kanıtlamaya çalışırken her tökezleyip düştüğümde dizindeki bir avuç bile doldurmayan kana bakıp ağlayan bir çocuk gibi şımarmama sebep olan tutarsızlığımla ve kalbimde geçmişin yüküyle; kaçıyordum.

Mutluydum.

Bu düşünceden kaçıyordum çünkü sikeyim, o kadar mutluydum ki karımla artık neredeyse ayda bire düşen sevişmelerimizin yaşanmadığı gecelerde yastığa başımı koyduğum an uyurdum; o kadar mutluydum ki bazen sadece sudan sebeplerle gerçekleşen ertesi gün hatırlamayacağım kavgalarda bulurdum kendimi sevdiklerimle; o kadar mutluydum ki duşta tek düşündüğüm şey hangi şampuanı saçıma dökmem gerektiğiydi; o kadar mutluydum ki filmlerin yarısında uyuyabilir, sinemada filmi beğenmediğimde çıkıp gidebilir ve takım elbisem kirlendiğinde hemen yenisini alabilirdim; o kadar mutluydum ki hoşuma giden kadınlarla ufak kaçamaklar yapabilir ve yeniden karımı kollarıma alırken hiç vicdan azabı yaşamazdım; o kadar mutluydum ki sosyal medyadaki beğeniler ve telefonumdaki mesajlar bana ne kadar önemli olduğumu hatırlatırdı; o kadar mutluydum ki alkol almak ve kendimden geçmek için tek sebebim özel bir gün olması olabilirdi.

Mutluydum ve bu mutluluğun artık var olmayışıyla mücadele etmekten daha zor olan şey her gün ellerimde o mutluluğu bana sağlayan her şeyin kanını görmekti. Kendimi affedemediğim gibi kendimden vazgeçemiyordum da. Kendimle barışamadığım gibi dünyayla savaşamıyordum da.

İşte bu gibi anlarda, yani benim gibi ne bok yiyeceğinizi bilmeksizin kendiniz dahil her şeyden ve herkesten kaçtığınız anlarda, ufuk çizgisine baktıkça sonsuzluktan başka hiçbir kavramla karşılaşmadığınız bir su kütlesinin ortasında dalgalarla oradan oraya savrulan bir kayıksanız eğer çarptığınız bir buz dağını bile hiçlikten iyi olarak değerlendirmeye başlarsınız. En azından artık bir şey hissediyorsunuzdur. Yüzünü uyuşturan rüzgardan, parmak uçlarınızı buruşturan sudan ve uykudan başka yapacak bir şeyiniz olmadığı için durmadan uyumanıza neden olan zamansızlıktan başka bir şey girmiştir hayatınıza.

Under Her Spell /m.c.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin