Selam selam!! Bundan sonra söz veriyorum Morning Glory yazacağım, bu bir yoluna girsin diye uğraşıyorum şuan. Umarım seversiniz, lütfen bol bol yorum yapın. İyi okumalar, sizi seviyorum!
ps; Bu bölüm canımın içi, Sude nam-ı diğer Sue'm için. Seni çok seviyorum, umarım seversin.
Michael
Kapıyı arkamdan, ayağımla ittirerek kapattım ve küçük evimin içinde botlarımdaki çamura ve üzerimden süzülen sulara aldırmadan ilerledim. Kucağımdaki odunları yere bıraktıktan sonra derin bir nefes aldım ve kapüşonumu indirdim. En azından odunların ıslanmamasını sağlayabilmiştim. Alnıma düşen perçemimden süzülen bir damla su, ısınmak için başında eğildiğim şömineye düştü ve birkaç parça kül halinde olan ateşi söndürdü.
"Ah hadi ama,"dedim, ellerimi odunlara uzatırken, "Bir damla suyla sönmemelisin, dostum. Sen şöminesin, hatırladın mı?"
Son bir haftadır evde montla yaşıyor olsam da sonunda bugün pes etmiş ve şömineyi yakmaya karar vermiştim. Sabahtan odun kesmiş, sonra onları kömürlükten eve taşımış ve özenle bir ateş yakmıştım. Şimdi ise saatlerdir odunların alev alacağı anın hayaliyle öylece bekliyordum. Bütün denemelerim başarısızlıkla sonuçlanıyordu, odunlar hafifçe yanıp kül oluyor; ateş asla harlamıyordu.
Elimi odunların arasında gezdirip bulduğum bir çalı parçasından hıncımı çıkarmak adına onu kırdım ve ateşe attım. Küllerin arasındaki küçük ışıltı, çalıyla birlikte bir aleve dönüşüp bir anda odunları sarınca gözlerim suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet gibi büyüdü.
Bütün olay incecik bir çalı mıydı? Tanrım.
Daha fazla çalı toplamak için dışarı çıkmam gerektiğini bildiğimden hüzünle, ormana bakan pencerelerime baktım. Dışarıda Avustralya'da olsa sel uyarıları verebileceğimiz düzeyde yağmur yağıyordu ve işin kötüsü Almanya'da bu kadar yağışın normal olmasıydı. Kapüşonumu başıma geçirdikten sonra ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım ve kendime motive olmamı sağlayacak sözler mırıldanarak evden çıktım.
Bunu yapabilirdim.
Şeker değildim, en nihayetinde, yağmurda erimeyecektim.
Odunları edindiğim ağaçları kestiğim yere doğru, kendi sesimi bile duyamadığım yağmurun altında koşaradım ilerlerken bu gibi sözleri sıralamaya devam ediyordum. Almanya'da yaşamaya gelirken bunları biliyordum, değil mi? O zaman mücadelesini de verebilirdim.
Yağmur, olanca hızıyla yapraklara, ardından da toprağa düşerken botlarım çamur haline gelen toprağa bata çıka ilerledim. Kararan hava yüzünden seçmekte zorlandığım çalıları toplarken elim bir şeye çarptı.
Bir insana.
Neredeyse çamura yuvarlanacak kadar korkup yerimden sıçradıktan sonra kendime gelip karşımda, yerde uzanan kadına baktım. Bilinci kapalı görünüyordu, ıslak saçları yüzüne yapışmıştı ve neredeyse çamura gömülmüştü. Onu incelemeyi bırakıp hızla yağmurluğumu çıkarıp, battığı yerden çıkardığım bedenine sardım ve onu bedenini kendiminkine yaslayarak kucağıma aldım. Burada bu saatte, üzerinde yalnızca incecik bir elbiseyle ne yapıyordu bilmiyordum ancak soğuktan ölmemiş olması için eve gidene kadar dualar etmiştim.
On dakika sürse de bir saat gibi gelen eve dönüş yolundan sonra eve girebilmiştim. Kapıyı ardımdan kapatıp, ıslak bedenini yerdeki halıya bıraktıktan sonra ilk işim, nabzını kontrol etmek oldu. Parmaklarımın arasında atan nabzını hissedince olduğum yere çöküp derin bir nefes aldım. Yaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Фанфик"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."