Merhaba! O kadar hızlı ve düzenli okumuşsunuz ki ilk fırsatta soluğu burada aldım. İlginiz için teşekkür ederim, iyi okumalar.
PS; Bu bölümün ithafı kendisini biliyor! Seni seviyorum!
"..Kadınların toprağı kazmaktan böylesine derinden hoşlandıklarını görmek etkileyicidir. İlkbahar için çiçek soğanları ekerler, kararmış parmaklarını çamurlu toprağa sokarak keskin kokulu domates fideleri yerleştirirler. İki milyon yaşındaki kutsal kadına doğru kazarlar. Onun parmaklarını ve pençelerini ararlar. Onun kendileri için orada olmasını isterler. Çünkü onunlayken bir bütünün parçası gibi huzurludurlar.."
Toprağı biraz daha eşeleyip bitkinin köklerinin ayrılmasını sağlarken arkamdaki adım sesleri yüzünden duraksadım. Bu geniş ve kararsız adımların Luna'ya ait olmadığını bildiğim için, adımların sahibine doğru "Günaydın." diye mırıldandım ve kökleri topraktan ayrılmış olan biberiye tutamlarını Michael'ın üzerimdeki kopüşonlusunun cebine sıkıştırdım.
Beni duymadığını düşünüp doğrulduğum yerde arkamı döndüğüm an, "Günaydın." diye cevapladı. Gün ışığının parlak yansımalarını taşıyan yeşil gözlerine bakarken çamura batmış ellerime baktığını farkedebildim.
Ellerimi ona doğru uzatıp "Ne kadar hoş değil mi?"dedim, böyle düşünmediğinden adım kadar emin olsam da. Küçük burnunu kırıştırıp tahminimi doğrularken, "Bana göre değil sanırım. Sahiden burada ne yapıyorsun?"diye sordu.
Ona yeniden sırtımı dönüp ormanın seyrekleştiği yerde birkaç adım attım ve yeşil çalıların arasında tanıdık bir tanesini bulma umuduyla etrafımdaki çeşitli boyutlardaki bitkiye bakındım. "Bitki topluyorum."dedim, "Sen de çalı toplasan iyi edersin. Sabah şömineye kalan son odunları ve çalıları attım. Uyanmasam donacaktık."
"Ah.."
Beni takip eden adımlarını önemsemeden gördüğüm devedikenine doğru adımladım ve mor çiçekli bitkinin önünde durdum. "Ateş yakma işinde pek başarılı olduğun söylenemez." dedim, "Ormanlık alanda yaşamakta başarılı olmadığın gibi."
Siyah asker botlarının çıplak ayaklarımın hemen yanında olduğunu farkedince eğilip devedikeninin kökünün bulunduğu toprağı eşeledim. Yerinden sökülecek gibi gözükmüyordu.
"Evet, bu hayata alışmam zaman alacak." Sesindeki kararsız tınıyı farkettiğimde, düşündüklerimi doğrulamıştı. Bu hayata yabancıydı; belki Alman, hatta Avrupalı bile değildi.
Bakışlarımı ona kaldırmadan yanıma kesici bir alet almış olmam umuduyla bitkilerle dolu ceplerimi karıştırdım. Almamıştım. "Alman değilsin, öyle değil mi?"
Yüzüne bile bakmadan sorduğum soru yüzünden rahatsız olmuş olacak ki nemli toprağa botlarının tabanları dışında herhangi bir şeyle dokunmamaya çalışarak yanımda eğildi. "Değilim." dedi, "Senin gibi."
Bu cevabına karşılık gülerken üzerimdeki kapüşonlusunu eteklerinden tutup cebimdeki bitkileri dökmemeye oldukça dikkat ederek göğsümün üzerine kadar sıyırdım ve sütyenime sıkıştırmış olduğum küçük çakıyı çekip oradan aldım. Korku dolu kesik bir nefes aldığını farketsem de buna aldırış etmedim. "Bravo, dedektif." dedim, "Aksanımı duyan herkes gibi siz de Alman olmadığımı anladınız."
Onunla alay etmemi görmezden gelirken, "Tanrı aşkına, neden bıçaklarla bu kadar derin bir bağın var?" diye sordu. Küçük çakıyı avcumda çevirip devedikeninin gövdesini, rahatça yeniden filizlenebileceği bir noktadan dikkatle kestim.
"Lazım oluyor, gördüğün gibi." dedim, sorusunun saçmalığına dikkat çekmek için. "Ayrıca, gerçekten merak ediyorum. Nerelisin?"
Devedikeninin mor çiçekli kısmını ve kalın, koyu yeşil gövdesini dikkatle cebime, diğer bitkilerin yanına koymamı seyrettikten sonra yeşil gözleri yüzüme çevrildi ve benimle aynı anda doğrulurken gözlerimizi birleştirdi. "Avustralya." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Fanfiction"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."