Merhaba! Sue'dan bir bölüm yazmamızın tatlı olacağını düşündüm ve işte buradayım. Finalleri iyi kötü teslim edip hiç büte kalmamanın tadıyla seveceğinizi umduğum bir bölüm yazayım dedim. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar! Ayrıca bu bölümü Michael'ın evindeki gibi bir şöminenin karşısında, Minerva'yla tanıştıkları geceki gibi bir yağmuru izlerken yazıyorum. Seviyorum bu çocukları..
PS; Bu bölüm de kurgularımı bıkmadan usanmadan okuyup değerli yorumlarını da hiç esirgemeyen tatlışım için:") Hoş geldin!
-Sue-
Calum, elinde tuttuğu mavi havluyu saçlarında gezdirirken iç çektim. Keyifli olduğu anlarda yaptığı gibi kendince bir ritim tutturmuş ve çıplak ayaklarını zeminde dans edercesine uyumla hareket ettiriyordu. Çıplak ve yapılı omuzları, havluyu saçlarına sürterken hareketlenen birkaç kasını belli ediyordu.
Ona ilk kez aşık olmuş liseli bir genç kız gibi neredeyse ağzım açık şekilde bakmayı kesmem gerektiğinin farkındaydım ama bu, engel olamadığım bir dürtü olup çıkmıştı.
Tam o anda gözgöze geldik ve ondan kaynaklı olduğunu bildiği ve benim engel olmak için bir çabaya girişecekken yakalanıp da yüzümde asılı kalmış halde duran ifademi gördüğünde kimselere göstermediği o yanını yine tamamen bana açarak kocaman gülümsedi. Gözleri kısıldı, dolgun dudakları iki yana kıvrıldı ve yataktan sarkıttığım dizlerime ellerini koyarak yüzüme eğilip dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu.
O bunu yaptığında ise, omuzlarımda kendi ağırlığımın onlarca katı bir yük ve yüzümde aşık bir gülümseyle öylece ona bakmayı sürdürmekten başka bir şey gelmedi elimden.
Çünkü bazı anlar vardır, bilirsiniz; sevdiklerinizle sanki o an ona karşı savunduğunuz şey hayatınızın bağlı olduğu bir ipmiş gibi canla başla kavga edersiniz ve yalnız kaldığınız ilk anda, olanları gözden geçirme fırsatını yakaladığınız ilk anda omuzlarınıza bir ağırlık çöker. Neyi savunduğunuzu bile bilmediğinizi farkedersiniz, ilkel bir içgüdüyle karşınızdakine nasıl saldırdığınızı ve aslında söylediğiniz hiçbir şeye gerçekten inanmadığınızı hatırlarsınız.
Omuzlarıma çöken ağırlıkla ve yataktan sarkıttığım çıplak bacaklarımı sallar halde belindeki havluyla oradan oraya koşturan Calum'u izlerken hissettiğim tam olarak buydu. Kafamın içerisinde ne yaptığımı ve neden yaptığımı inatla soran ve cevap bulamadıkça kafamın duvarlarına çarpıp bana geri dönen sesimin yankısında yeniden can bulan o ses; susmak bilmiyordu.
Minerva'ya, bana aileye ve dostluğa dair kalan tek duyguya ve insana en büyük yarasının yerini hatırlatmakla kalmamış, o yarayı deşmiştim.
Ve bunu, şuan, tam şuan görebiliyordum.
"Hey.."
Calum, odasının ahşap parke zeminine sabitlediğim bakışlarımı ona çevirmek adına çenemi kendine çevirdiğinde yutkunmaya çalıştım. "Sen iyi misin Sue?"
Başımı usulca iki yana salladığımda önümde dizlerinin üstüne çöküp kucağımdaki ellerime indirdiğim bakışlarımı karşılamaya çalıştı. Sıcak kahverengilerine bakarken iç çektim. "Seni incittim mi?"
Küçük bir bebekle konuşurmuş gibi sakin ve yumuşak çıkan sesi yüzünden kendimi daha kötü hissettim ve kollarımı boynuna dolayarak, hiç yapmayacağımı düşündüğüm bir şeyi yapıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Beni çıplak bedenine daha çok çekip ellerimi saçlarına gezdirdi.
Onun böyle davranması her şeyi daha zor, daha çıkmaz, daha anlamsız kılıyordu çünkü bir yanda her ne söylese inanacağım ve hayatımı avuçlarına bırakabileceğim Minerva; diğer yanda şefkatine ve sevgisine gün geçtikçe daha fazla inandığım Calum vardı. Minerva'ya inanırsam, Calum'a inanamazdım; Calum'a inanırsam, Minerva'ya..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Fanfiction"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."