tell me

103 26 138
                                    

Selamm! Son bölüm dedim, yazmayayım dedim ama tabii ki yine dayanamadım. Kendimi kurguya bu kadar yakın hissediyorken yazayım dedim ve buradayım. İyi okumalar, teşekkürler! Ayrıca şarkıyı aldım, ithafı veriyorum xx

PS; Biraz (!) uzun olmuş, çok üzgünüm!

"Günaydın."

Michael'ın sesini duyduğum sırada, bakışlarımı evin sıcaklığı ve dışarısının soğukluğu yüzünden buğulanan cama çevirmiş ve Almanya'ya burada bulunduğum süre boyunca ilk kez düşmekte olan kar tanelerini izliyordum. Bakışlarımı ona çevirmeden, "Günaydın."diye mırıldandığımda asker botlarının topuklarını yere vurarak yaklaştığını duyabildim.

Kar, şehrin üzerine bembeyaz bir örtüyü seriyor gibiydi ve bu görüntünün bana eve, Rusya'ya dair bir şeyler hatırlatması kışın ortasında oluşan bir görüntüye taban tabana zıtlık oluşturacak düzeyde içimi ısıtmıştı.

"Üşümüyor musun?"

Michael, konuşmak ve sessizliği bozmak zorundaymış gibi hissettiği için siyah, kalın askılı atletimin ve toplu saçlarımın açıkta bıraktığı sırtıma bakarak konuştuğunda iç çektim. Cevap vermeyeceğimi bildiğinden ve sorusunun saçmalık düzeyini farkettiğinden nefesi ensemi yalayıp geçecek kadar yakınımda, histerik bir kahkaha attı. İçimi titreten bir kahkaha.

"Doğru ya, soruyorum bir de." dediğinde onu başımla onayladım.

Hemen arkamda, birkaç adımdan çok daha küçük ölçü birimleriyle ölçülebilecek kadar yakınımdaydı ama ondan korkmuyor veya irkilmiyordum. O kadar uzun zamandır insanların, özellikle erkeklerin yanında bu kadar savunmasız kalamıyordum ki bu hissin yabancılığıyla kesik bir nefes daha aldım.

Ne uzaklaşabiliyor, ne yakınlığımızı artırabiliyordum. Yalnızca, duruyordum.

"Almanya'da ilk kez bu kadar kar görüyorum."dedim, karanlıkta düşmeye ve gözden kaybolmaya devam eden kar tanelerini izlerken, "Çok güzel."

Büyülenmiş olduğumu gizleyemeden konuştuğumu farkedince bir adım daha attı ve o bunu yaparak mümkünmüş gibi daha da yakınıma geldiğinde huzursuzlukla kıpırdanmadan orada dikilmeye devam edebilmek için pencerenin kenarına koymuş olduğum fincanımı avuçlarıma alıp ona tutunmam gerekti.

Uzun boyu sayesinde başımın üzerinden camdan dışarıya, izlemekte ama artık odaklanmakta zorlanıyor olduğum manzaraya baktı. Çatıların üzerine düşen kar tanelerini görünce, "Evet, gerçekten çok güzel."dedi ama sesi benim duyduğum heyecanın bir damlasını bile taşımayan sonsuz bir nehirdi.

Kimseden benim doğaya duyduğum hayranlığı duymasını bekleyemezdim.

Vücudundan bedenime çarpan sıcaklık afallamamı sağlayınca tek adımda arkama döndüm ve neredeyse burun buruna olmamızı önemsemeden gözlerine baktım. Neredeyse on beş saattir uyuyor olduğu için şişmiş olan yeşil gözler, uykusuz ela gözlerimle buluşunca sargı beziyle sarılı olmayan kolunu uzatıp pencereye yaslandı. İkimizin arasında uzanan çıplak kolundan ve yakınlığımızdan sıyrılmak için bakışlarımı kaçırdım.

"Tişörtün sen uyurken yıkandı."dedim, aralık ve yeniden kırmızılığını kazanmış olan dudaklarından duyabildiğim anason ve teninden yayılan lavanta kokusunu önemsememeye çalışarak. "Kurumuş olmalı."

Oturma odamızda ilerleyerek ona sırtımı döndüğümde derin bir nefes aldığını duydum. Ona dönük olmasam da pencere kenarında duran ve odada açık olmayan ışıklar yüzünden tek ışık kaynağı olarak parlayan mumların alevinin nefesinin rüzgarıyla titreştiğini görür gibi oldum. "Ben yıkayabilirdim ama teşekkür ederim."

Under Her Spell /m.c.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin