Selam! Son on bölüme girdik, heyecanlı mıyız?? Ayrıca bu bölüm canımın içi Esin'im için çünkü en çok ona iyi bayramlar!! Love u bebekim..
PS: Bu bölümü Sue'dan okuyoruz çünkü neden okumayalım?
Sue
Luke'un sırtı bana dönük olan bedenine doğru birkaç sakin adım attım. Minerva'nın oturma odamızın camının önünde gerçekleştirdiği küçük ritüeli dikkatle izlediğini bildiğimden onu korkutmamak için yanına varmadan önce omzuna dokundum. Mavi gözler, şaşkınlığını gizleyemeden yüzüme dönünce gülümsemekle yetindim.
Şaşkındı, hayrandı ve dalgındı.
Biliyordum.
Minerva'yı doğayla olabilecek en zor koşullarda bile en üst düzeyde böylesine bütünleşmiş şekilde gören herkes böyle olurdu. Benim bile alışmış olduğum halde her seferinde yeniden büyük bir hayranlıkla tanık olduğum bu ritüeller, onun deşarj alanı gibiydi. Doktorunun da kontrolünü kaybedecek düzeyde yıpranmadığı sürece izin verdiği bu "meditasyonlar", Minerva'nın birkaç gündür evde geçirdiği iyileşme sürecini hızlandırıyordu ve bunu görememek için kör olmak gerekirdi.
Hala az olsa da daha düzenli uyuyor, kendini ritüellerine ve sakinleşmeye vererek manastırdaki rahibeler gibi sükunet içerisinde evde dolaşıp duruyor ve daha az gergin olduğu için antitezimizle daha yakından ilgilenebiliyordu.
Yine de ondaki bu sakinliğin düzeyindeki korkutuculuğu benden başkası seçemezdi.
Tam da bu yüzden Luke'un koluna ancak yetişen parmaklarımı sıklaştırdım ve yeniden bana bakmasını sağladım. Kafamı hafifçe ama keskin bir hareketle eğip buradan uzaklaşmamızı ve Minerva'yı bu gibi anlarda yalnız bırakmamızı ifade ettiğimde hemen anlayarak başını salladı. Açık pencerelerden dolayı yoğun bir hava akımının dolaştığı ve serinliğin insanın etine diken gibi battığı oturma odasının kapısını sakince ardımızdan çekerken son kez Minerva'nın bir pusulanın dört kutbunu çevreler gibi yerleştirerek ortasına oturduğu mumlara baktım.
Bugün de havanın ve ateşin enerjisini kullanmayı tercih etmişti. Ben onun her zaman toprağın ve suyun insanı olduğunu düşünürken, son zamanlarda toprağa değmekten neredeyse kaçıyor; her anını rüzgarla ve ateşin etrafında oturmakla harcıyordu.
Onunla ilgili değişenler listesine bunu da ekleyip, bunun da diğerleri gibi dönemsel olduğunu ve düzeleceğini umut ettim ve Luke'un meraklı bakışlarından kaçınarak ilerlemeye çalıştım. Küçük evimizin bir o kadar küçük koridorunda ilerleyip oturma odasında Minerva olduğu için çalışabileceğimiz tek alan olarak bize kalan mutfağa ilerlerken, "Dökül."dedim, "Sormazsan ölecekmişsin gibi duruyor."
"Bir şey sormayacaktım."dedi, "Sadece tüm bunların normal olduğuna ikna olmaya çalışıyorum."
Sarı buklelerini gerginlikle alnından ittirdiğinde usulca başımı salladım. "Zaman alacak ama ikna olacaksın."dedim, "Minerva'nın gerçekliği bizimkinden bağımsızdır."
Uysal adımlarla hemen ardımdan mutfağa girerken derin bir nefes aldığını duysam da dönüp ona bakmadım. Ona her baktığımda ya her an ters düştüğümüz konuların biri yüzünden onu öldürmek istiyordum, ya da ne kadar saf bir güzelliğe sahip olduğunu düşünerek kendimi öldürmek istiyordum. Bu yüzden masanın üzerinde dağılmış halde duran kağıtlara bakmayı sürdürdüm.
Luke'un tanıdığım çoğu erkekten daha farklı olduğunu anlamak için bir yönergeye ihtiyacım yoktu. Erkek meslektaşlarının cinsiyetçi tarih yazımlarını yok etmek adına kadın akademisyenlere yardım eden başka bir erkekti. Bu cümlede yirmi birinci yüzyıl modern erkeğine uygun bir yer yokken, Luke hem bu cümleye kendini sığdırabilmişti hem de sanki yaptığı çok doğal bir şeymiş gibi mütevazı kalabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Fanfic"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."