Esinim bebeğim geçen gün rüyasında bölüm geldiğinin görmüş.. Bilirsiniz ki bebeğime kıyamam.. Aynen öyle..
Başıma saplanıp bir elektrik hattıyla vücudumun her yanına dağılıyormuş gibi hissettiren keskin bir sancıyla uyandığımda gözlerim ilk önce bulanıklığı gitgide netleşen beyaz bir tavanı seçebildi. Sonrasında aldığım kesik nefeslerden soluyabildiğim havadaki koku ve telaşlı birkaç yabancı ses; hastanede olduğumu doğrular nitelikteydi.
Elbette öyleydim.
En son neyi hatırlıyordum? Kasaba merkezine kadar iki adımda bir düşe kalka nasıl ilerlediğimden ve damarlarımdaki kanın her bir damlasında bir nabız gibi atan epilepsi nöbetinin beni bir kaldırımda, nihayet insanların ulaşabileceği bir yerdeyken yakaladığından başka bir şey yoktu kafatasımın boşluklarında.
Yeterli miydi? Kesinlikle.
Kafamı ve boynumu doğrultmaya çalışsam da başaramadım.
Korkunç bir krizin, hatta belki alışıldık olandan bile daha tehlikeli ve korkunç gerçeklemiş olan bir krizin pençelerinde, havada asılı kalmıştım.
Şimdiyse yere indiğim halde, sırtımdaki pençe izleriyle ve kendimi hala havada zannetmenin yabancılığıyla öylece uzanıyordum.
Bu hisse yabancı değildim.
Çocukluğumdan beri, krizlerimi tetikleyen yoğun çalışma saatlerinin, uykusuzluğun, ani ışık ve ses değişimlerinin yaşandığı konser gibi etkinliklerin ve krizlerin sarsıcı etkilerini azaltan ilaçları kullanmayı reddedişimin yol açtıklarının ve açabileceklerinin her zaman farkında olmuştum.
Yalnızca, böyleydim işte, kesin bir reddedişle hayata, kendi canıma ve tüm tehlikelere kafa tutan inatçının tekiydim.
"Minerva?"
Gözlerim ağır ağır kapanmak üzereyken birinin dudaklarından dökülen adımı işitebilsem de hiçbir şey yapamamayı sürdürüyordum. Tüm enerjimi başımı kaldırmak, kuru dudaklarımdan bir kelime de olsun çıkarabilmek veya en azından şuan gözlerimin önünde, başımın üstünde dikilen kızıl saçlı doktorun sorduklarını algılayabilmek için harcıyor olsam da elimde olan kocaman bir hiçti.
Bu belirsiz uyanışlar, geri dönülen uykular ve yalnızca gördüğümü hatırlayıp içeriği hakkında bilgi sahibi olmadığım rüyaların araf hissiyatı ne kadar sürdü bilmiyordum. Yalnızca gözlerimi bir kez daha açtığımda artık kızıl saçları bir topuz halinde sıkı sıkıya toplu olan o doktora çatlamak üzere olan dudaklarımla gülümseyebildiğimi biliyordum.
"İşte böyle."demişti, "Denemeye devam et, Minerva."
Birkaç uyur uyanık anın daha sonuna geldiğimizde, artık başımı yataktan kaldırabiliyordum. Başımı çevirip kolumda açılan damar yoluna şırıngadan bir sıvı daha enjekte eden hemşireye baktım. Bana hem saniyeler hem de haftalar gibi gelen sürenin ardından doğrulup doktorumun aksine son derece gergin gözüken hemşirenin ondan beklediğimin de üzerinde anlayışlı yardımlarıyla yatağımda oturabildiğimde, pencereden seçebildiğim Almanya manzarası geceyi taşıyordu.
"Doktoru çağırıp uyandığınızı haber vereceğim."
Hemşire ağır adımlarla kapıya ilerlerken, "Bir dakika.."diye mırıldandım. Sesimin güçlü çıkması için boğazımı temizlerken sabırla beni bekleyen hemşire elini kapı kolundan çekmeden bana dönmüştü. "Ne zamandır buradayım?" diye sordum, cevabını duymaktan korkar gibi çekinerek.
Hemşire, ince alt dudağını sarkıtarak gözlerini bir hesap yapıyormuş gibi hastane odasının beyaz parkelerine diktiğinde yüreğimin korkuyla teklediğini hissettim. "Seni buraya iki gün önce getirmiş olmalılar."dedi, "Benim hastam olmadığından tam bilmiyorum. Senin hemşiren bugün izinli."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Fanfiction"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."