Selam! İflah olmam, demiş miydim? Demediysem de şuan diyorum. Gidiyorum diyip diyip gidemiyorum çünkü. İyi okumalarr!
Sue
Boynumu rahatlatmak için gerinirken kütürtüler duyduğum eklemlerime yüzümü buruşturarak baktım. Kaç saattir burada oturuyor ve bitmek yerine her azalan sayfanın yerine onlarcası eklenerek artıyormuş gibi gelen raporları okuyordum, hiçbir fikrim yoktu.
Bildiğim şeyler listesiyse en az yarım yamalak rusçamın anlamaya yetmediği ve çevremde dönüp duran asistanlar kadar çoktu.
Örneğin havanın kemiklerimin her birindeki iliğin donmasına sebep olacak kadar soğuk olduğunu, Rusya'da geçen üç günüm boyunca Calum'la birkaç mesaj dışında konuşmadığımızı ve bunun canımı sıktığını, projenin tahmin ettiğimden ve Calum'a yakıştıramayacağım düzeyde geri olduğunu ve bana beyaz teni, simsiyah uzun bukleli saçlarıyla Minerva'yı hatırlatan kızdan ne kadar nefret etmeye başladığımı biliyordum.
Sebebi elbette Minerva'ya benzemesi değildi, aksine burada geçirdiğim ve Calum'la iletişimi sağlayamadığım süre boyunca Minerva'ya karşı duyduğum özlem göğsümü sarmış ve göğsümün içindeki ateşin soğumasını sağlamıştı. Ona eskisi kadar öfkeli değildim ve fevriliğimin aleviyle kendimi haklı çıkardığım birçok şeyi sorgulamam gerektiğini düşünüyordum.
Döndüğümde onunla konuşacaktım.
İsminin Katya olduğunu bildiğim ve tipik bir Rus kadar soğuk olan o kıza duyduğum başlarda anlamsız huzursuzluk zamanla anlam kazandı ve durmadan beni aşağıladığı, hiyerarşik düzlemde onun üzerinde olmadığımı ve ikimizin de sadece Calum'un asistanları olduğumuzu iğrenç seviyede imalı bir gülümsemeyle söylediği birkaç konuşma yaşadık.
İçimdeki şuan için anlamsız huzursuzluk, kulağıma durmadan bu kızın söylediklerinin altının boş olmadığını fısıldıyordu. O fısıltıları elimin tersiyle itmekten vazgeçip burada geçireceğim dört günü, geçirdiğim üç günden daha az gergin kılmak istiyordum.
Kaldı ki, bir yandan da beni sadece kıskandıklarını düşünüyordum.
Hepimiz asistanken, ben raporları denetlemekle ve çalışmaların Rusya bölgesindeki yöneticiliğiyle ödüllendirilmiştim. Kesinlikle kıskanıyordu, aksi takdirde ne olabilirdi ki zaten?
Başımı ellerimin arasına alırken gözlerimi kapattım. Bu kadar uzun süre bir yerde oturup sürekli birileri tarafından sırtımdan ittirilerek çalışmaktan daha çok nefret ettiğim bir şey varsa hepsi olumsuzluklarla döşenmiş konfor alanımın huzursuzluğunu kimseye anlatamamaktı.
Böyle anlarda küs olsak bile, Minerva'nın telefon kullandığı zamanları ne kadar özlediğimi farkediyordum.
Kitaplar okur, üzerine saatlerce telefonda konuşurduk ve bunu ev arkadaşı olmaya karar verdiğimiz ana kadar da sürdürdük. Ev arkadaşı olduğumuzda, yıllar önce yanından ayrıldığım ve beni çok da küçük olmadığım bir yaşta yetimhaneden alan koruyucu ailemle olduğu gibi onunla da anlaşamayacak ve birbirimizden sıkılacak olduğumuzu zannetmiştim ama öyle olmamıştı, her zaman konuşacak ve paylaşacak şeyler bulurduk.
Minerva o zamanlar daha neşeli, modern çağa daha uyumlu ve dünyaya karşı daha duyarsızdı.
Ashton'a kadar.
Yaşananların başkası yaşasa delireceği ve belki de canına kıyacağı boyutunda aşağılanmış, saldırıya uğramış ve yetmezmiş gibi saygınlığından edilmiş bir genç kadın olarak; beklediğimin aksi yönde bir tepki geliştirmişti. İçine dönmüştü. Teknolojiden ve modern dünyanın sosyal araçlarından uzak kalarak, doğaya ve kendine dönmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Hayran Kurgu"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."