*
Aşk, her bir hücreniz kaç derken onunla birlikte kalmak demekti.
Nefes nefese artık tanıdık olan kapının önüne geldiğimde kapının karşı tarafından, benim bulunduğum yere göre daha sıcak ve kapalı olan yerden bir hareket veya ses bekledim. Beklediğim tepki, Luna'nın olduğunu tahmin ettiğim patilerin kapıya vurulmasıyla gelince doğrularak nefeslerimi düzene koymaya çalıştım.
Ciğerlerim birazcık daha havaya ulaşabilmek için olanca gücüyle çırpınıyor, göğsüm neredeyse her yerimde atan bir atardamar gibi inip kalkıyordu. Luna'nın pati seslerinin ardından kapıya yaklaşan bir çift adımı daha duydum ve nihayet kapı aralandı.
Karşımda artık evindeki şömineyi yakmayı becerebildiğini belli edecek şekilde üstsüz ve yalnızca siyah bir pantolonla duran Michael'a bakarken, Luna ayaklarımın dibinde dolandığı için onu incelemekten vazgeçmek zorunda kaldım. Yeşil gözleri yüzümde gezinirken kirpiklerini kırpıştırdı ve sanki orada olmasını beklediği en son insanmışım gibi, "Minerva."diye mırıldandı.
Başka bir şey söylemesine gerek kalmadan, ayaklarıma dolanan tüylü bedeniyle Luna'yı ittirip kollarımı karşımdaki genç adamın bedenine doladım. Kolları beni sıkıca sararak kendisiyle birlikte içeri girmemi sağladığında işlevsiz hale gelmiş ayaklarımın ona uyum sağlamasına izin verdim. Başka ne yapabilirdim ki zaten?
Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi bilemez halde gözlerimi kapattım ve bir an için, yalnızca bir an için tüm uyarıları ve işaretleri görmezden gelerek güvende olduğumu hissetmeye çalıştım.
Güçlü kolları bedenimi daha sıkı sararken göğsü derin bir nefesle yükseldi.
"Burada ne işin var?"diye fısıldadı, nefesi saçlarıma değerken. Luna'nın botlarımdaki çamurları yalamaya başladığını bilsem de önemsemedim.
Cevap vermediğimi farkedince sorusunu tekrarlamadı veya üstelemedi ki bu işime gelirdi, burada ne işim olduğunu onun kadar ben de bilmiyordum. Hiç de bilemeyecektim.
Evindeki sıcak hava ve vücudundan yayılan ısı yüzünden tüm hücrelerimin gevşediğini ve bacaklarımın neredeyse dizlerimin üzerine çöküp kalacağım kadar yumuşadıklarını hissedince kollarımı ona daha sıkı sararak yüzümü boynuna gizledim.
Yıllardır insanlarla temas etmeye karşı duyduğum ve tetiklenmeye her an müsait olan yoğun korkularım silinip giderken bunu farkedip etmediğini bilmiyordum. Almanya'da gerçekleşmesi muhtemel herhangi bir hava koşulunda titremeyen bedenim, her bir uzvuyla titriyor ve almayı unuttuğum nefesler yüzünden başım durmadan dönüyordu.
Sue'a bile bu kadar uzun süre sarılamamışken beni bunu yapmaya iten şeye itaat etmiş olmam anlaşılır gibi değildi. Benim 21.yüzyıl insanlarıyla ve çağın kendisiyle olan ilişkimin bir anda, keskin bir çizgiyle kesilmesine ve sınırlarını benim belirlediğim bir düşman hattıyla adlandırılmış olmasına ve tüm bunlar için geçerli sebeplerimin tümünü çağın kendisiyle ve insanlarıyla tecrübe ettikten sonra bu gibi bir yakınlaşma, kimse için anlaşılabilir veya beklendik olamazdı.
"Minerva.."
Buklelerim arasından sıyrılarak kulağıma ulaşan mırıltısını duyduğumda, bu sesin uykusundaki mırıltılarından biri gibi çıktığını düşünmüştüm. İsmimi onun dudaklarının arasından duyunca usulca başımı kaldırdım ve vücudumu kollarının arasından çekerek aramızdaki mesafeyi açmadan gözlerine baktım.
Yeşil gözleri, topuklu botlarımın sağladığı avantajla ona her zamankinden yakın olan yüzümde gezinirken dudaklarımda duraksadı ve bu, aralık dudaklarımın arasından kesik bir nefes almama sebep oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under Her Spell /m.c.
Fanfiction"Şimdi onun büyüsü altındayım, bir yalana kısıldım kaldım. Ateşe bu kadar yakın durmamalıydım."