az önce gördüğüm şeyleri aklımdan dışarıya sürmeye çalışırken derin bir nefes aldım ve bahanelerimin zihnimi kandırmasına izin verdim. kendime defalarca aynı okulda okuyor olduklarını ve iletişim halinde olmalarının normal olduğunu hatırlatıp durdum.jiwon'un benim onay vermeyeceğim bir ilişkiye başlamayacağından emindim ve büyük ihtimal o da aynı şekilde ona karışmayacağımdan emindi. açıkçası aralarında bir şey olsa bile yakın zamanda bana bizzat kendisi söylese iyi ederdi. çünkü aksi büyük bir hayal kırıklığının beni karşılaması demekti.
direksiyonu sıkmaktan beyazlayan parmak boğumlarımı gevşetip arabayı park ettiğim yerde durdurdum. konuma son kez bakıp doğru yere geldiğimden emin oldum ve indim. gergin bedenimi geri plana atmaya çalışırken giriş olduğunu düşündüğüm yere yöneldim ama uzun bir beden önümü kesti.
"nereye?" dediğinde ona alttan bir bakış attım. "nereye gibi duruyor?"
sorduğum soruya alaylı bir sırıtışla karşılık verdiğinde "vip kartın var mı?" diye sordu. başımı dikleştirip saçımı yavaşça geriye savurduğumda "yoksa beni içeri almayacak mısınız?" dedim.
"vip değilsen şuradan bilet almak zorundasın." deyip eliyle ilerideki oldukça uzun sırayı gösterdi. ardından ekledi. "sıra sana gelene kadar bilet kalırsa tabi. kişi sınırımız var."
kendi kendime "böyle sikik bir mekanda ne yapıyor." diye söylendiğimde çantamdan telefonumu çıkardım. hala kişi listemde olan ama yıllardır görmediğim numaranın üzerine tıkladığımda hemen açmasını umdum. öyle de oldu.
"kapının önündeyim dışarı çık." dediğimde biraz duraksadı. ardından "ne kapısı, jennie?" dedi. sakin kalmak istercesine gözlerimi yumduğumda "sadece şu bardan dışarı çık. buraya kadar boşa gelmedim."
cümlemi tamamlayıp telefonu suratına kapattığımda kollarımı birbirine doladım. kedi gözlerimi hafif kısıp hala bana bakan uzun, sarı saçlı çocuğa diktim. "senden hoşlanmadım." diye mırıldandığımda bunun tek sebebi beni içeriye almamasıydı. "her kimi aradın bilmiyorum ama buraya gelmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek. biletin olmadan seni içeriye alamam."
o üst üste karşımda telefon görüşmemin bola olduğuyla ilgili açıklama yaparken kapıdan jongin göründü. başımı hafif yana yatırıp beni fark etmesini bekledim. gözlerimiz kesiştiğindeyse "burada ne işin var?" deyip yanıma doğru geldi. bense o sırada onun her zamanki tarzından uzak kıyafetlerini inceledim.
genellikle feminen giyinirdi ve biri -ki genelde bu aile büyüklerinden biri oluyordu- kıyafetlerine laf atma gafletine düşerse gururla ne kadar güzel giyindiğini anlatır dururdu ama bu sefer farklıydı.
giydiği beyaz askılıdaki eskitmeler mekanın ışıkları sayesinde net bir şekilde belli olurken tek omzu düşmüş kürkü onu saçma bir şekilde çekici kılmıştı. bacaklarını ve kalçalarını tamamen saran leopar desenli, dizleri yırtık bir kot giymiş, kemeri ve zincirlerle süslemişti. deri postalıyla ise giydiklerini tamamlamıştı.
ve kolyeleri vardı. boynuna üst üste taktığı altın kolyeler.
karşımdaki çocuk jongin'e dönüp "neden çıktın?" dediğinde jongin sadece onun başına yavaşça vurmakla yetindi. ardından sorgu ifadesiyle gözlerini bana çevirdi.
"okul partisi sıkıcıydı ve senin daha eğlenceli bit şeyler yapabiliyor olacağını düşündüm." deyip onun yanına yürüdüm. jongin başını olumluca salladığında parmakları bileğimi kavradı. bakışlarım eline kaydığında gözlerim tırnaklarına sürdüğü rengarenk ojelere takıldı. bu bende onun yüzüne bakma ihtiyacı uyandırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
end game || jenkai
Fanfictionkafamdaki, tam şu an cidden komik olduğunu düşündüğüm beret ve birbirine doladığım kollarımla karşısına dikildiğimde gözlerimi devirdim. "ben," diye konuşup ona baktığımda ne yaptığımı veya aklımı nerede kaybettiğimi inanın bilmiyordum. "ben senin s...