dudaklarımın arasından derin bir nefes bırakarak göz devirdim. "hayır dedim ning. daha fazla ısrar etme."dakikalardır onunla kim jongin'in doğum gününe gitmem için bana ısrar edem kuzenime beşinciye aynı cümleyi kurdum.
"neden jennie? gelmemen için bir sebep yok. siz uzun süredir arkadaşsınız, yapma bunu."
dedikleri içinde alayla gülme isteği uyandırırken gözlerimi kapadım. "aramızda geçen şeyler hakkında en ufak bir fikrin yok."
yanıma yaklaşıp koltuğa oturduğunda elini koluma koydu. "san, onun sana hala çok değer verdiğini söyleyip duruyor."
iki elimi omuzlarına koyduğumda ona gülümsedim ve "san çocuk kandırıyor." dedim. duyduğu şeyle yüz ifadesi değişirken gülümsemem yüzüme daha da yayıldı. bozulup kendi kendime bir şeyler mırıldandıktan sonra gelmezsen gelme deyip evde beni yalnız bıraktı.
başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi yumdum. kafamın içerisindeki gürültüden uzaklaşmaya çalıştım.
bir süre öylece durduktan sonra geçenlerde mırıldandığım sözleri temiz bir kağıda geçirip düzenledim. aralara yeni cümleler ekledim ve bazılarını tamamen değiştirdim. parmaklarımı gitarımın bir kaç telinde gezdirirken saat 11'i geçmişti.
telefonuma üst üste düşen mesajları, aramaları görmezden gelirken boş evin içinde zil sesi yankılandı. üst üste defalarca zil çaldı. ne ayağa kalkabildim ne de başka bir şey yapabildim.
görebileceğim yüzden ve görmek istediğim yüzü görememekten korktum.
zil çalmayı kestiğinde sert bir yumruk çarptı kapıya. ismimi bağıran sesi kapının yanındaki açık pencerelerden içeriye doldu. parmaklarımın sertçe çektiği gitar teli kopup beni kendime getirdiğinde ayaklanabildim anca.
kapının kolunu indirip onunla karşı karşıya geldiğimde gözlerimi yerden çekmedi. içeri adımlamaya çalıştığında kapıyı kapadım hafifçe. bu 'sana bu evde yer yok.' demekti. bu gitmesi gerektiğini ona söyleme şeklimdi.
"ne işin var burada?"
baygın bakışlarını yüzüme çıkardığında "şimdiden sarhoş mu oldun?" diye söylendim. konuşmadan kısıl gözleriyle yüzüme bakmaya devam etti. "git, jongin."
dudakları hafif büzülürken başını olumsuzca iki yana salladı. "şu an gidecek başka bir yerim yok."
tekrar içeriye yeltendiğinde onu omzundan tuttum. "birbirimizden uzak durmamızı söylemiştin."
sarhoş olsa bile bir şeylerin bilincindeydi. yaptığı her şeyi hatırlayacağından emindim.
"dün beni oraya çağırdığında ve tüm o rezaleti görmemi sağladığında dediğim şeyi çoktan çiğnemiştin."
kurduğu uzun cümleyle "o kadar sarhoş da değilsin jongin. doğum günü partine geri dön. insanlar senin için orada." dedim. başını kapımın kenarına yasladığında "yokluğumu fark etmediklerinden eminim. içeriye gireceğim jennie." dedi ve beni kenara ittirip salona girdi.
gözlerini gitarımda ve masanın üzerine saçılmış kağıtlarda gezdirdiğinde gözlerini hızlıca çekti. bu özeline saygı duyuyorum demekti. kurduğum cümleleri ona göstermek istememiş olabileceğime ihtimal vermişti ve farkında olmadan okumak istemiyordu.
bıkkınlıkla bir nefes verdim. öfkelendiğimi hissettim. bi sebebi yoktu. sadece şu an burada olması anlamsızdı. saçmaydı. beni zorlamaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. karışık olan kafamı daha da çok karıştırıyordu. emin olamadığım duygularımın üzerine yenilerini ekliyordu ve bu histen nefret ediyordum.
"gerçekten. ne işin var burada, jongin? ne istiyorsun söyle ve evimden siktir olup git."
içimde anlık beliren öfkeyle karşısına geçip bağırdım ve iki elimle onu omzundan sertçe ittim. "karşıma geçip onlarca kırıcı cümle kurduktan sonra ne yüzle kapıma dayanıp gidecek başka bir yerim yok dersin? hayatında bir yerim olmadığını söyledikten sonra nasıl gelirsin buraya?"
hiçbir şey söylemeden yüzüme bakmaya devam ettiğinde nefes nefese kalmış bir şekilde sessizleştim. konuşmayışı daha da çok sinirlendirdi beni. "bir şey söyle. bir kez olsun kırıcı olmak için konuşmak yerine içinden ne geçiyorsa onu söyle." diye bağırdım yüzüne doğru. "seni ne zaman hayatıma alsam zar zor kabuk bağlamış yaralarımı deşmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun."
koltuğun üzerindeki gitarı alıp sertçe yere çarptığımda büyük bir gürültü koptu. gürültüyle eş zamanlı "siktiğimin ağzını aç ve bir şey söyle." diye bağırdım.
gitarın tellerini çekip boğazına sarmak istedim. onu şuracıkta öldürmek istedim. öfkemi şiddetle bastırmak istedim. kendimi bu sefer gerçekten kontrol edemeyeceğimi düşündüm. birine, bir şeye zarar verme isteği hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde doldu bedenime.
yere diktiğim bakışlarımın dikkatini bir şey çekti sonra. önünde tutup birbirini çekiştiren parmaklara düşen yaş taneleriyle mahvoldum. gerçekten, tam anlamıyla mahvoldum. biri tam göğsümün ortasına ateş etmiş gibiydi. eminim, silah yarası daha az acıtırdı. ölümcül olmadıkça geçerdi çünkü. illa geçerdi ama bu öyle değildi. mental olarak hissettiğin acı orada kalıyordu hep.
"beni neden oraya çağırdın?"
titreyen sesiyle sorduğu soruyla afalladım. söylediğim onca şeyden sonra bana bu soruyu sormuş olması beni afallattı. "intikam alma şeklin bu muydu?" dedi. bakışlarını kaldırıp ıslanan yananlarıyla yüzüme baktığında alaylı bir ses tonuyla ekledi. "gerçekten, pis oynuyorsun."
"beni mi suçluyorsun? seni aldatan sevgilinken hesap sorduğun kişi ben miyim?"
"sorun değildi." diye sesini yükseltti. bağırışından sonra duraksayıp gözlerini etrafta gezdirdiğinde burnunu çekti. "kendi gözlerimle görmedikçe sorun değildi. kendimi kandırabilirdim. bunu yapabilirdim ama her şeyi mahvettin."
onu geriye ittiğimde bir adım arkaya sarsıldı. sinirden kocaman açılmış gözlerimi gözlerinin içine diktim. "sen benimle dalga mı geçiyorsun?" aynı hareketi bir kez daha tekrarlayıp üzerine doğru adımladım. "ne saçmaladığının farkında mısın?" gömleğinin yakasını sertçe kavradığımda "böyle ezikçe şeyler söylemeye devam edeceksen kapı orada."
yakasını tutan bileğimi kavradığında ve kendinden uzaklaştırdığında "onu seviyordum." diye fısıldadı. akan gözyaşları artık durduğunda "onu gerçekten çok seviyordum." diye mırıldandı.
bileğimi elinden kurtardıktan sonra çenemi dikleştirdim. "beni de sevdiğini söylemiştin. hemen ardından ise tüm ilişkimizi kesmek istediğini."
yutkunduktan sonra yorgunca başını salladı. "seni de seviyorum. yalan söylemiyordum jennie. seni gerçekten seviyorum. ama onun kadar değil."
işte yine yapmıştı. girdiğimiz diğer bir savaşın sonunda beni paramparça etmiş, arkasını dönüp gitmişti.
işte yine karşımdaydı o görüntü.
jongin bir kez daha sırtını dönmüştü, kırık kalbime ve kırgın hislerime.
![](https://img.wattpad.com/cover/244560871-288-k855713.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
end game || jenkai
Fanfickafamdaki, tam şu an cidden komik olduğunu düşündüğüm beret ve birbirine doladığım kollarımla karşısına dikildiğimde gözlerimi devirdim. "ben," diye konuşup ona baktığımda ne yaptığımı veya aklımı nerede kaybettiğimi inanın bilmiyordum. "ben senin s...