28

165 16 3
                                    


"bayan jennie."

başımda adımı beşinci kez seslenen ve duymama rağmen cevapsız bıraktığım kadını göz ardı ettim ve televizyonda ne anlattıklarına dahil hiçbir fikrim olmayan belgesele boş gözlerimle bakmaya devam ettim.

bir kez daha ismimi mırıldandı. bir kez daha ve bir kez daha. ama tek umrumda olan zihnime dolan eski anılar ve mırıldandığım cümlelerdi. anlamaya çalışıyordum. bu raddeye nasıl geldiğimi. neden bu noktada olduğumuzu.

"son bir saattir bu şekilde ve aynı şarkıyı mırıldanıp duruyor."

gözlerimi yumdum. "sonu değiştirmeye çalıştım. peter, wendy'i kaybediyor." hala ısrarla benimle iletişim kurmaya çalışan kadını duymamak için avuç içlerimi kulaklarıma bastırdım. şarkıyı söylemeye devam ettim. hatta biraz bağırmaya bile başladım. kaçmaya çalıştığım gerçekliğe beni tekrar çekmeye çalışıyorlardı o yüzden daha da yükselttim sesimi. "bayan jennie! beni korkutuyorsunuz!"

iki el arkamdan omuzlarımı kavrayıp beni sertçe sarstığında şarkının ritmini tamamen kaçırıp bildiğin çığlık atarak ayağa kalktım ve parmaklarımın arasındaki sıkıca kavradığım içi hala dolu su bardağını var gücümle ilerideki duvara fırlattım. "bana geri döneceğini biliyordum."

nefes nefese kalmış bir şekilde ayakta dikilirken gözlerimi hala aralamamıştım. "misafiriniz.." diye fısıldayan ağlamaklı sesle dudaklarımın titrediğini hissettim. başımı geriye atarken gözlerimi daha da sıkı yumdum.

sikeyim, bu hissi çok iyi biliyordum. hemen ilerimde duran bedenin aurasını çok iyi biliyordum ve kahretsin o kadar çok korkuyordum ki. gözlerim açılmamak üzere yemin etmiş gibiydi.

"jennie.."

sesini duyduğumda zayıf elim hızlıca havalandı ve dur dercesine havada asılı kaldı. başım hafif sağa yattı ve gözlerimi araladım.

oldukça sağlıklı ve iyi duruyordu. o kadar iyi görünüyordu ki bundan nefret etmiştim. ben bu haldeyken öylece hayatına devam edebildiği için ondan nefret etmiştim. bencillik miydi bu? bencildim.

"istemiyorum." derken başımı olumsuzca iki yana salladım. "seni ne görmek ne duymak istiyorum." diye ekledim. havayı soluduğumda ve onun kokusunu aldığımda göğsümde hissettiğim hareketlilik duraksamama sebep oldu. "sikeyim." havadaki elimi göğsüme çıkardım."beni hasta ediyorsun." ona dokunma isteğiyle kavrulan parmak uçlarımı boynuma sardığımda hırıltılı sesimle bağırdım. "sikeyim jongin, seni o kadar çok özledim ki bu beni hasta ediyor!"

elleri boynumdaki bileğime kaydığında ve tenlerimiz temas ettiğinde dolu gözlerimi gözlerime çıkardım. "nasıl hissettiriyor?" dedim. "bir kemiğe dokunmak nasıl bir his?"

sıkıca yumdu gözlerini. nazik hareketlerle elimi boynumdan uzaklaştırdı. "sakın açma gözlerini. kaç tamam mı? bu kez de kaç her şeyden." bileğimi tutan elimi avucuma kaydırdım. birleştirdim ellerimizi. ardından yüzüme yasladım avucunun dışını. derin bir nefes aldığında onunla eş zamanli verdim nefesimi. "belki bir gün cesur olursun ve korkmazsın. morarmış beyaz tenime, solgun, cansız parmak uçlarıma dokunurken korkmazsın jongin. çünkü ölüyorum."

birleşen ellerimizi ayırıp avucunu dudaklarıma bastırdı. "sus." dedi ve gözyaşı akıttığı gözlerini hala yaşlı olan gözlerimle birleştirdi. "yalvarırım sus." alt dudağımı ısırdığında "gerizekalı bencil herifin tekiyim. ölmeyi hakeden benim. senin yerine ölmesi gereken benim." diye ard arda sıraladı cümlelerini.

fısıldıyarak başladım cümlelerime. "bu kadar korkak olmasaydın, kendini değil de beni düşünseydin bir kereliğine jongin. sadece bir kez deneseydin bunu. bir kez aklının ucundan geçti mi bunu yapmak? bir kez olsun dedin mi karşımdaki de duyguları olan bir insan? evet bendim. karşındaki Jennie Kim'di ama sonuçta insandım. duygularım vardı. yıllardır sakladığım hislerim vardı. sikeyim nasıl bu hale getirdin her şeyi? birlikte yaşadığımız onca şeyden sonra nasıl gelmedim aklına. nasıl merak etmedin, nasıl sormadın, nasıl gelmedin? bencil herifin tekisin çünkü. sen hayatımda gördüğüm en bencil insansın." 

cümlelerimin yarısında ağlamaya başladığımda bağıracak mecali bulamadım kendimde. sesim kısıldı ara ara ama yükselmedi asla. "sana olan öfkem her geçen saniye artıyor sadece. sinirlenmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimden. benden henüz özür bile dilemedin. kurduğun ilk cümleler bile kendin hakkındaydı anlamıyorum sorunu anlamıyorum. sendeki sorunu çözemiyorum. seni delicesine affetmek istiyorum ve bu şekilde hissettiğim için kendime bile öfkeliyim ama benden af bile dilenmiyorsun."

kollarımı iki yana düşürüp başımı geriye attığımda ağlamaya devam ettim. jongin sadece sustu. başını yere eğip ağlayışıma eşlik etti. karşılıklı ağladık dakikalarca. hiçbir şey demedi. dediğim onca şeye rağmen tek kelime bile etmedi. "keşke gelmeseydin çünkü şu an hissettiğim tek şey hayal kırıklığı. şu am karşımda ağlayarak sadece daha da kötü hissetmeme sebep oluyorsun. git jongin. üzerinde bir sorumluluk hissetmek zorunda değilsin. ben devam edeceğim çünkü. sen olsan da olmasan da. ben bu siktiğimin makinalarından da onca ilaçtan da kurtulacağım. ben yaşayacağım. senle ya da sensiz. bana acıdığın için mi dikiliyorsun burda? gidebilirsin." parmaklarımı yüzüne çıkardım. yanağını yavaşça okşadım. "seni özgür bırakıyorum artık. istediğin yere gidebilirsin. duygularımın üzerine yük bindirmesine izin verme. unuttun mu? hayallerin vardı senin? uzaklara git ve ikimiz için de gerçekleştir onları."

başını olumsuzca iki yana sallarken avucunu parmaklarımın üzerine çıkardı. "seni nasıl bırakırım ardımda? seni bu şekilde bırakıp nasıl giderim?" gözyaşlarımın arasından gülümsedim. yine ben miydim bizim içim çabalayan? yoksa jongin de taşıyor muydu bazı şeylerin yükünü bu sefer.

"bana söz ver jongin, beni unutmayacağına ve bir gün benim için geri döneceğine dair söz ver."

dudakları arasından bir hıçkırık kopardığında başını iki yana salladı. "seni unutmak nasıl mümkün olabilir ki?" yüzünü ıslatan gözyaşlarını sildi. "tek yapmaya çalıştığın beni kendinden uzaklaştırmak, uzak tutmak. bir kez daha."

başımı iki yana sallarken ben de kendi gözyaşlarımı temizledim. "cesur oluyorum. ikimizi de serbest bırakıyorum artık. ikimizi de sırtımızı kamburlaştıran bu yükten kurtarıyorum."

parmaklarımızı birbirine kenetlediğinde "yaşayacaksın." dedi. ağlamaklı yüz ifadesi daha ciddi bir hal alırken devam etti. "benle veya bensiz. geri döndüğümde ve odanın penceresine baktığımda seni göreceğim."

"seni o pencerenin önünde bekliyor olacağım."

kollarını omuzlarıma sardı ve çeneme ufak bir öpücük kondurdu.

burda bitirmiştik her şeyi. birbirimize veda etmiştik ve özgür bırakmıştık zihinlerimizi.

end game || jenkai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin