içeride eğlenen ve korkunç geçen gecemi yapabilecekleri en iyi şekilde kurtaran arkadaşlarımı teker teker düşünürken sırtımı tezgaha yasladım ve parmaklarımın arasındaki su bardağını bir kez çevirdim.yüzümdeki kontrol edemediğim gülümseyle boş boş karşımı izlerken evimde bulunmasına oldukça fazla şaşırdığım chanyeol ve hemen ardından jongin mutfağa girdi.
ellerine aldıkları bir kaç tabağı tezgahın üzerine bıraktıktan sonra jongin beni kopyaladı ve sırtını tezgaha yaslayıp avuç içleriyle destek aldı.
ikimizde sessizce chanyeol'un mutfakta bizi yalnız bırakmasını beklerken jongin devirdiği gözleriyle yavaşça öksürdü. chanyeol ise durumu anlamış olmalı ki aceleci bi şekilde mutfaktan çıktı.
"doğum günün kutlu olsun." diye kısa ve boş bir cümleyle girdi sohbete. başımı hafifçe aşağı eğip dilimi yormadım.
"sarhoştum." diye tek nefeste soludu. gözlerimi yüzünden çekmezken kaşlarını çattı kafasını hafifçe yana eğdi. "aslında o kadar da çok değildim." derin bir nefes aldı. "daha çok kırgındım sanırım."
kurduğu son cümleyle kırılmaya hakkı olmadığını düşündüm. bıkkınca bir nefes aldım. aynı tartışmaları tekrar tekrar yaşamak istemiyordum. yine de geri durmadım. "ne saçmalıyorsun yine?"
"söz konusu sen olunca neden böyle olduğunu bilmiyorum. keskinleşiyor dilim, onca cümleyi kurduktan sonra fark edebiliyorum anca neler saçmaladığımı. pişman oluyorum. yemin ederim. pişmanlığım öyle bir raddeye geliyor ki kafayı yiyecek gibi oluyorum. ama bir şey de gelmiyor elimden."
bakışlarımı yüzünden çekip boşluğa diktiğimde söylediklerini anlamlandırmaya çalıştım. içten içe kendimi telkin ederken başımı yavaşça salladım. bu gece sakin olacaktım. derdi neyse dinleyecektim ve ona istediğim gibi karşılık verecektim.
"kırgınlığımdan sanırım, jennie. son iki yıldır görmezden gelmeye çalışıp da içten içe daha da büyüttüğüm kırgınlığımdan." başını iki yana salladı. "beni bir hiçmişim gibi sildiğinden kırgınlığım. arkadaş olmamızın tek sebebi lalisaymış gibi hissettirmenden. birlikte büyümemize rağmen hiçbir şey paylaşmamışız gibi beni saatler içerisinde hayatından çıkarabilmenden."
konuşmak istemediğimden başımı sallamaya devam ettim.
"bunu sindirmeye çalıştım, bi şekilde bastırdım, görmezden gelmeye çalıştım ama işte. yaptım sanarken yapamamışım."
yere diktiğim bakışlarımı üzerine çevirdim. "lalisa karşıma geçip aradan çekilmem gerektiğini ima ederek onca kırıcı söz söylerken ne yapmamı beklerdin?" alaylı bi kıkırtı bırakırken "güle oynaya yanına gelip boynuna mı atlasaydım. hem de o kadar karmaşık bir ilişki içerisindeyken." diye ekledim. "en yakın arkadaşım bana bunları söylediğinde anlaştığınızı ve benimle konuşması için onu seçtiğinizi düşünmem normal değil miydi? 16 yaşında bir çocuktum sadece."
sessizleştiğinde ellerimi saçlarıma çıkardım. "kırıldığını ve istemeden onun acısını çıkardığını söylüyorsun. kardeşinle kapımın önüne kadar gelip benimle sex dışı başka hiçbir şey yaşayamayacağını söylerken bunu duysam nasıl hissedeceğimi düşünüyor muydun? sen çok alçakça bir şey yaptın jongin. sen eski arkadaşının zaaflarını biliyordun ve zaaflarını kullandın. ailemden vurdun beni." hızlıca konuştuğumda ses tonumun yükselmemesine dikkat ettim. çalan telefonu bizi böldüğünde elini cebine atıp çıkardı. ekrandaki sevgilim yazısı gözlerimi kaçırmama sebep olduğunda kırılmış hissettim.
meşgule düşürdüğü telefonla bana döndü.
"seninle bir anlaşma yapmak istiyorum. ikimizin de çıkarı için."
şaşırmamıştım. ne bekliyordum ki? gelip kendini affettirmesini ve cidden aramızı düzeltmeye çalışmasını mı? tüm o cümlelerini beni yumuşatmak için bir araç olarak kullanmıştı sadece.
"son zamanlar da babanın üzerindeki baskısı azalsa da hala benimle evlenmeni istediğini biliyorsun. sadece aramız iyiymiş gibi davranacağız. babamla falan konuşursun mesela. özür diledi dersin ne bileyim ben babana seninle ilgili olumlu şeyler söylerim. bir kaç ay sadece jennie. sonrasında bu şehirden de ülkeden de siktir olup gideceğim zaten."
kurduğu her cümle beni daha da şaşırtırken sonuncuya takıldım. ne diyeceklerdi o zaman bizim için. jongin onu terk etti mi? acıyacaklar mıydı bana? kız seviyordu ama tek taraflıymış mı diyeceklerdi?
ona cevap vermediğimden ve tekrar tekrar çalan telefonundan dolayı olsa gerek "bunu bir düşün." diye mırıldandı. arkasını dönüp gideceğinde onu arayıp duran kişinin eunbi olduğunu idrak ettim.
"nereye gidiyorsun?" diye bağırdım arkasından. kapıdan çıkarken bana bakmadan "eunbi'nin yanına." dedi.
işte ipler orda kopmuştu sanki.
ileriye doğru büyük bir adım atıp onu sırtından ittiğimde eş zamanlı olarak "sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bağırdım. şok içinde olan yüzü bana dönerken "ne yapıyorsun?" diye karşılık verdi.
"ben senin kıçını kurtardıktan sonra ne yapacaksın? sevgilini yanına alıp mı kaçacaksın? sikerler böyle anlaşmayı."
nefes nefese bi şekilde yüzüne baktım. tiksinir gibi bi ifade suratımda belirirlen işaret parmağımı ona doğru uzatarak konuşmaya devam ettim. "sen ne ara bu kadar acınası bir insan oldun ya? sen ne ara bu hale geldin?"
cevap vermeden tekrar arkasını döndüğünde salona doğru ilerledi. peşinden giderken çığlığım sessiz salonun ortasına düştü. "o seni aldattı." bağırışım biraz boğazımı acıtırken yutkunma ihtiyacı duydum. yaşlanan gözlerim adımlarını durduran ayaklarına kilitlendiğinde adımlarının yön değiştirip yanıma kadar gelişini izledim.
"biliyorum jennie." bir iki adım gerilediğinde kollarını iki yana açmış bedenine baktım. "ama bak umrumda değil." ardından kollarını tekrar iki yanına düşürüp "ben gidiyorum." dedi.
benim tek yapabildiğim ise bana hediye aldığı bembeyaz gitarı arkasından duvara vurup "siktir git." diye bağırmak oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
end game || jenkai
Fanfictionkafamdaki, tam şu an cidden komik olduğunu düşündüğüm beret ve birbirine doladığım kollarımla karşısına dikildiğimde gözlerimi devirdim. "ben," diye konuşup ona baktığımda ne yaptığımı veya aklımı nerede kaybettiğimi inanın bilmiyordum. "ben senin s...