"Gitmeyeceksin!" dedi annem."Gideceğim!" dedim hiddetle. Gül arkamdan elini omzuma koydu yavaşça. Yumuşak bir sesle, "Gitmesen daha iyi olmaz mı Efsa?" diye sordu. Bu sefer ona döndüm ve aynı şeyi söyledim: "Gideceğim!"
"Neden?" dedi annem çileden çıkmış bir hâlde. Mirat'ın evleneceği haberini aldığından beri delirmiş gibiydi. Benden daha beterdi hatta. Etmediği bedduayı bırakmamıştı. Daha evlenmemişken yuvasını bozmasına sebep olmuş bile olabilirdi. "Niye yapıyorsun bunu kendine kızım? Tam bitmiş gitmişken..." Çok üzgün görünüyordu. Onu öyle görünce benim de içim parçalandı.
"Hiçbir şey bitip gitmedi anne." dedim kendime yediremesem de. "Dışarıdan öyle görünüyor olabilir. Ama ben gözlerimle görmezsem eğer... her zaman onu beklemeye devam edeceğim."
Annemin omuzları düştü bu söylediklerimden sonra. Onu bu kadar çok seviyor olmamı aklı almıyor gibiydi. "Çok üzüleceksin," dedi annem.
Omuz silktim. "Yeterince üzüldüm. Daha fazlası olmaz."
İlerleyen saatlerde Gül'ü, hatta Büke'yi de düğüne gelmeye ikna etmiştim. Arem'in evde kalmasını ise zar zor sağlamıştım. Canavar gibi görünüyordu, patlamaya hazır bir volkan gibi. Oraya gitmesini ve her şeyi berbat etmesini istemiyordum. Evde kalmasını rica etmiştim. Tabii ki takmamıştı beni. Ağlayıp sızlanmış, biraz da yalan söylemiştim. İçi acımıştı, kabul etmişti evde kalmayı. Böylece üçümüz kız kıza gidiyorduk. Yani iki kız ve bir ergen olarak.
Üzerimizi değiştirmedik. Gül'ün üstündeki sabahki askılı elbisesi vardı, bende tişört-pantolon ve Büke'de de aynısı. Saçımıza başımıza bile bakmadan evden çıktık ve taksiye bindik. Ön tarafa oturan Gül takiciye davetiyenin fotoğrafını gösteriyordu.
Güzel bir düğün salonuydu. Zengin işiydi. Mirat'ın asla tercih etmeyeceği bir tarzda, gösterişli bir yerdi. Bu ufak detay bile işin içinde bir bit yeniği olduğunu söylüyordu. Mirat düğünlerden nefret ederdi. Sıkılırdı öyle ortamlarda, hemen eve dönmek isterdi. En son birlikte düğüne gittiğimizde söylediği şey aklıma gelince baştan aşağı ürperdim. Yavaş yavaş alışmak lazım, kendiminkinde ne yapacağımı şaşırıp kalmamak için... Kucağımda duran ellerimi yumruk haline getirerek sıktım. Nereden bilebilirdim bu lafını bugün bu şekilde hatırlayacağımı? O gün bana çok farklı şeyler hissettirmişi oysaki. Hüzün, özlem, kırgınlık, öfke değil... Her şeyi nasıl da üzerime alınmıştım.
Davetiyedeki ismi hatırlamaya çalıştım. Özge miydi? Özlem miydi? Ah, kimin umrundaydı ki... Evleniyorlardı işte. Düğünümüze sizi de bekleriz, demişlerdi. Arem'den beni özel olarak çağırmasını istemişti. Aradan geçen neredeyse bir senenin ardından utanmadan bir de bunu istemişti. Benimle konuşmayı yüzü yoktu sanırım. Araya Arem'i sokuşturmuştu.
İçimdeki, her şeyin aslında bambaşka bir olay olduğu ve benim mutlu olmam için oynanan bir oyun olduğunu düşünen tarafımdan nefret ediyordum. Öldürmek istiyordum onu. Bu kadar benmerkezci olmamalıydım.
Ben değildim işte. Bu hikâyenin başrolü ben değildim. Başrol bensem bile, mutlu bir sonu hak etmiyordu bu hikâye.
Taksiden inip içeri giriş yaptık. Gerçekten de şaşaalı, elit bir mekândı. Muhtemelen kutu meyve suyu yerine teneke içecek veriyorlardı.
İçeri doğru yürürken adımlarımın sarsak bir hâl aldığını fark ettim. Uola çıktığımız andan beri kalbim deliler gibi çarpıyordu zaten. Düşüp bayılmak istemiyordum, bu kadar zayıf olmak istemiyordum. Gül'ün koluna girdiğimde bana destek oldu ve birlikte yürümeye başladık. Salonun bir köşesinde Mirat'ın annesi gözüme çarpmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Papatyalar
Teen Fiction"Yemin ederim ki," diye fısıldadığını duydum saçlarımın arasına, "sana dair her şey bir papatya gibi. Her hareketin, kokun, sözlerin, gülüşün bile papatyayı hatırlatıyor bana. Sen benim bu hayatta tanıdığım en duru şeysin." 100221 | Tamamlandı.