"Yıllardır sigara içtiğini biliyorum. Sırf ben 'içme' dedim diye içmeyi bıraktı. Sana hissettiğim duyguları tam olarak nasıl anlatabilirim, bilmiyorum... Kazanı sürekli dönen bir çamaşır makinesinin içindeyim ve çamaşır makinesi de yokuş aşağı yuvarlanıyor gibi. Şimdi edebiyat dersimin neden düşük olduğunu anladın mı günlük?"Yazmayı bitirdiğimde günlüğü kapatıp kafamı sıraya koydum. Dersin ne olduğunu bilmiyordum. Bugüne kadar yalnız oturduğum sırada artık yanımda Gül oturuyordu. Okuldaki onca on ikinci sınıf arasından gelip de benimkine düşmüştü. Tek boş yer benim yanım olmamasına rağmen buraya oturmuştu. Onunla yakın arkadaş olmak falan istemiyordum ama kader bizi yakınlaştırmaya devam edecekmiş gibiydi.
Teneffüs zili çaldığında her zamanki gibi Meyra sınıfa girmişti. Yanımda oturan kızıl kafayı gördüğünde kaşlarını çattı. Önümdeki boş olan sıraya ters bir şekilde oturdu.
"Meyra, kuzenim." dedim Gül'e. Gül gülümsedi.
"Merhaba, ben Gül. Efsa'ların sokağına taşındım dört gün önce." dediğine Meyra da gülümsedi. Onlar kendi aralarında konuşup tanışırken ben de evden getirdiğim elmayı yiyordum. Açıkçası onları dinlemiyordum ama bir ara Meyra'nın, Gül'ü abisinin düğününe çağırdığını duydum.
"Ne?" dedim şok içinde. Yani ne gerek vardı ki buna? Daha yeni tanışmışlardı.
"Ay, çok güzel olur!" dedi Gül. Sonra bana döndü. "Mirat da gelir belki. Hem o da sizin mahalleden." dedi umutla.
Bugüne kadar genellikle şiddet yanlısı biri olmamıştım ama nedense Gül'e aparkat çekmek gibi bir istek vardı içimde.
"Mirat abi mi?" dedi Meyra, "Gelir tabii. Abimin arkadaşı o da."
"Ondan kalır mı hiç... Her yere gelir o. Cehennemin dibi de, yine gelir." diye mırıldandım. Beni gayet de iyi duyuyorlardı ama umursamadılar. Meyralar bizim orda oturmuyorlardı ancak yine de Mirat'ı iyi tanırlardı. Küçükken sürekli birlikte oynardık.
Teneffüs boyunca bu ikisinin birbirlerine ne giyip ne takıştıracaklarını dinlemek zorunda kaldım. Saçlarına ne yapacaklarını, hangi ayakkabının neye daha çok yakıştığını, renklerin uyumundan bahsedip durdular. Sonunda kusmamak için ağzımı elimle kapatmak zorunda kalacaktım ki ders zili çaldı. Öğle arası bittiği için Meyra kendi sınıfına döndü, Gül'le yalnız kaldık. Burda olduğumu yeni hatırlamış gibi bana baktı.
"Ee, sen ne giyiyorsun?" dedi. Amacını hemen anladım. Kırk beş dakikadır Meyra'yla yaptığı sohbeti benimle tekrarlamak istiyordu.
Zaten ona sebepsizce kıl oluyordum. O yüzden cevap vermeden başımı sıraya koydum ve yattım. Son ders tarihti. Bu kafayla bir de tarih dinleyecek takatim kalmamıştı.
---
Çıkışta Meyra, Gül ve ben bahçede durmuş laflıyorduk. Meyra servisinin gelmesini beklerken onunla kalmaya karar vermiştik. Bu arada artık sanırım eve Gül'le birlikte dönecektim çünkü kız peşimden ayrılmıyordu mübarek. Teneffüste tuvalete gitsem benimle birlikte geliyordu. Artık işemeye korkar olmuştum. Sonunda Meyra'nın servisi geldiğinde bize -daha çok Gül'e- veda ederek bindi. Bu ikisinin iyi anlaşması hoş bir şeydi sanırım. En azından benim kafamı ütülemeyeceklerdi. Tencere yuvarlanıp kapağını bulmuştu. Hangisinin tencere, hangisinin kapak olduğu ise muammaydı.
Gül'le birlikte yan yana, sessizce yürüyerek bahçeden çıktık. Ben kulaklıklarımı takıyordum, o ise dümdüz önüne bakarak yürüyordu. O sırada birden tanıdık bir ıslık sesi duymamla olduğum yerde durdum. Daha arkama bile dönmeden sırıtmaya başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Papatyalar
Ficção Adolescente"Yemin ederim ki," diye fısıldadığını duydum saçlarımın arasına, "sana dair her şey bir papatya gibi. Her hareketin, kokun, sözlerin, gülüşün bile papatyayı hatırlatıyor bana. Sen benim bu hayatta tanıdığım en duru şeysin." 100221 | Tamamlandı.