XIX

1.3K 77 28
                                    


Hiddetle, "Şu televizyonun sesini kısar mısınız?" diyerek salona girdim. Saçma sapan akşam dizilerinden birini izleyen annem, babam ve Büke kafasını aynı anda bana çevirdi. "Ders çalışıyorum ve hiçbir şey anlamıyorum!" dedim abartılı hareketlerle. Babam, söylediğim şeyi yanlış duymuş gibi anneme baktı. Annemin yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı.

"Ders?" dedi sorarcasına.

Evet, ders çalışıyordum. Mirat'la birlikte bu sene üniversiteye girmek için deli gibi konulara yetişmeye çalışıyordum. O zekiydi, kısacık bir üzerinden geçmeyle konuyu anında kavrayabiliyordu. Bense yetiştiremeyeceğim kaygısı, dikkat dağınıklığı gibi bahanelerle ne kadar tekrar yapsam da anlamıyordum.

"Birilerinin götü tutuşmuş..." diye mırıldandı Büke umursamıyormuş gibi konuşarak. Bana en yakın o oturuyordu, annemler onu duymamıştı. Ona pis pis baksam da ses çıkarmadım. Son zamanlarda bana laf sokup duruyordu.

Babam kumandayı alıp televizyonun sesini kıstı. "Tamam, git çalış hadi." dedi. Bunu, beni kovar gibi bir ifadeyle söylese de gözlerinde gördüğüm o parıltı içinde doğan umudun yansımasıydı. Demek ki benden yana hâlâ ümidi vardı. Tekrar odama dönüp kapıyı kapattım ve çalışma masamın başına oturdum.

"Of..." diyerek önümdeki karman çorman yazılara baktım. Gözüm sürekli telefona, pencereye kayıp duruyordu. Ders çalışmayı geciktirmek için saçma sapanca şeylerle meşgul oluyordum. Masada yamuk duran bibloyu düzeltiyor, perdenin danteliyle oynuyor, saati kontrol edip duruyordum. Benden adam olmazdı.

Telefonumu alıp Mirat'a yazmaya başladım.

Efsa: Napıyorsun

Mirat: On beş dakika önce ders çalışacağız diye sözleşmiştik?

Evet, öyle bir şeyler olmuştu.

Efsa: Hiç havamda değilim ben, çalışamıyorum.

Birkaç dakika boyunca hiçbir şey yazmadı. Çevrim içi olduğu hâlde yazmıyor oluşu canımı sıkmıştı. Telefonu bırakmak üzereydim ki elimde titredi.

Mirat: Aklıma bir şey geldi durup dururken

Mirat: Aynı yeri kazanıp da eve çıktığımızı düşünsene... Çok güzel olmaz mıydı?

Kalbim birdenbire öyle şiddetli çarpmaya başlamıştı ki bu düşünceyle... Telefonu bırakıp buz gibi olan ellerimi kavuşturarak sakinleşmeye çalıştım. Mirat'la şehir dışında bir eve çıkacak olmak... Aklıma türlü türlü şeyler gelmeye başlamıştı. Küçücük evin mutfağında birlikte yemek yapmaya çalışmamız, birbirimizi uyandırıp okula gidişimiz ya da film geceleri yapmamız... Gerçekten çok güzel olurdu. Hayalden hayale dalarak mest olurken birden odamın kapısı dan diye açıldı. Yerimde sıçramıştım.

"Gerçekten ders mi çalışıyorsun diye kontrol etmeye geldim." dedi annem elinde meyve tabağıyla bana doğru gelirken. Elindekini masama bıraktı ve ne yaptığıma baktı. Önümdeki notları ve kitapları görünce yüzünden memnun bir ifade oluştu.

"Bana olan güvenin gözlerimi yaşartıyor anne." dedim getirdiği mandalinayı soyarken. Elini omzuma götürüp hafifçe sıktı.

"Kolay gelsin," dedikten sonra çıkıp gitmişti. Tekrar telefonu aldım elime.

Mirat: Bayıldın mı?

Efsa: Annem geldi.

Efsa: Biz böyle bir şey yapmaya kalkışsak yine annem gelir.

Efsa: Sonra elindeki meyve tabağını kafamızda kırar.

Bana yazmadığı şu saniyelerde gülerek ekrana baktığına emindim. Onun gülüyor olması düşüncesi beni de gülümsetmişti. Birdenbire ekranda Mirat arıyor...  yazısı belirdiğinde birkaç saniye durdum. Boğazımı temzileyerek telefonu açtım ve kulağıma dayadım. Ben daha hiçbir şey demeden o konuşmaya başladı.

"İleride yaşamak istediğim hayatın içine seni de katmak bencilce bir davranış mı?" diye sordu.

Şaşırıp kalmıştım. Ne diyeceğimi bilemeyerek pijamamın ipini parmağıma doluyordum. "Yani..." Konuşurken sesim çok cılız çıkmıştı, "bilmem. Eğer ben de bunu istersem bencilce bir şey olmaz herhalde."

"Peki istiyor musun?" diye sordu.

Nasıl bu kadar kolay konuşabiliyordu bunları? Ben kafamdaki şeyi söylemek için kırk takla atıyor, utançtan şekil değiştiriyordum. Onda hiç çekinme, tereddüt yoktu. Sorduğu sorunun cevabı bende basitti: Evet! Ama bunu öyle kolayca söyleyemezdim. Söyleyemezdim işte... Utanıyor ya da sakınıyor değildim. Ağzımdan çıkan kelimeler, hissettiğim şeyleri tam olarak karşılayamayacak diye korkuyordum.

Derin bir nefes alıp verdim. "En az senin kadar." dedim bir çırpıda.

"O zaman," Sesinden gülümsediği anlaşılıyordu, "annenin meyve tabağı bile bizi durduramaz."

Kahkaha atarken Mirat'ın telefonu yüzüme kapattığını fark etmemiştim bile. Telefonu kenara koyup gülmeye devam ettim. Annem odaya girdiğinde ağzım kulaklarıma varıyordu. "İki kere ikinin dört etmesi çok mu komik geldi?" diye sordu ders çalışmadığıma vurgu yaparak. Eğer gerçekten buna çalışıyor olsaydım komik gelebilirdi.

"Anne," dedim konuyu değiştirmek için. "Üniversiteyi kazanırsam senden bir şey isteyebilir miyim?"

Annem eli kapının kolunda, düşünceli bir tavırla hafifçe gözlerini kıstı. "Sen üniversiteyi bir kazan da önce..."

"Ama söz ver, kesin kabul edeceksin tamam mı?"

"Tamam!" dedi pes eder gibi. Heyecanla yerimde kıpırdandım. Böylece Mirat'la eve çıkmak için de annemin onayını almış oluyordum.

 Böylece Mirat'la eve çıkmak için de annemin onayını almış oluyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Kaybolan PapatyalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin