"Ya, demek bir de kız kardeşin var... Küçük kızlar nedense beni çok sever. Şeytan tüyü var bende. Belki bir gün kardeşinle tanışırız." dedi Gül, Mirat'a.Mirat, buraya gelip oturduğumuzdan beri yüzüne olan dümdüz ifadeyle "Kardeşim on yedi yaşında." dedi. Gül biraz bocaladı, sonra ufak bir kahkaha atarak "Ee, ne de olsa benden küçük!" dedi. Mirat da ben de gülmedik.
Bir kafenin cam kenarındaki dört kişilik masasında oturuyorduk. Gül ve ben yan yana oturmuştuk, Mirat da Gül'ün karşısındaydı. Kendimi nasıl hissettiğimi açıklayayım: Sanki Mirat ve o ilk buluşmalarındalardı ve Gül de beni yalnız hissetmemek için yanında getirmiş gibiydi. Dünyanın en gereksiz şeyi falandım yani. Duvar saatlerinde saniyeyi gösteren çubuk kadar, sınıftaki o sürekli yanıp sönen floresan lamba kadar, hatta dizilerin başındaki bu programda ürün yerleştirme bulunmaktadır uyarısı kadar saçmaydım.
Mirat'la ben normalde dışarı çıktığımızda kafeye falan gelmezdik. Hatta ilk defa birlikte bir kafeye gelmiştik sanırım. Buraya Gül'ın isteği üzerine gelmiştik. Biz genelde dönerciye, kebapçıya, eğer karnımız toksa çocuk parkına, ya da ne bileyim işte, kütüphaneye falan giderdik. Yani kazıkçı olmayan yerlere. Bir limonata ve bir dilim pastaya otuz lira vermek ikimize de saçma geliyordu çünkü. Demek ki Gül bunu saçma bulmuyordu.
"Benim de kardeşim var, he he." dedim ortama sessizlik yayılınca. Mirat bakışlarını bana çevirdi. Ne olur gidelim der gibi bakıyordu. Elimden bir şey gelmezdi. Şimdi Gül'e, ya biz sana ısınamadık, burdan sonra ayrılsak olur mu diyemezdim. Mirat'tan demesini istesem epey güzel bir şekilde derdi ama onun güzellik anlayışı pek çok insana uymuyordu.
"Benim de bir abim var..." Gül tekrar konuşmaya başlayınca neredeyse ikimiz de kulaklarımızı tıkayıp onu duymamak için çığlık atacaktık ama böyle bir şey yapmamıza gerek kalmadı, telefonu çaldı. "Annem arıyor." diyerek açtı telefonu. Konuşurken kafasını başka bir tarafa çevirmişti. Mirat hemen masada bana doğru eğildi.
"Allah'ını seversen kaçalım." dedi hızlı ve sessiz bir şekilde.
"Of, saçmalama. Sonra mahallede görünce ne diyeceğiz?" dedim aynı şekilde.
"O zaman bir bahane bul." dediğinde Gül konuşmasını bitirmişti. Mirat boğazını temizleyerek doğruldu. Ben de doğruldum.
"Annem çağırıyor ya. Dönebilir miyiz acaba?" diye sordu. Üzgün görünüyordu. Tek taraflı sohbetinden epey keyif almıştı besbelli.
Oradan çıktığımızda yine ortada Gül, biz iki yanında yürüyorduk. Sokakta bir çiçek satıcısına denk geldik. Kadın Mirat'a şu güzel kızları sevindiriver falan demedi. O zaten filmlerde falan olurdu genelde. Ama kadının yapmadığı görevi Gül üstlendi. "Yaaa!" dedi buket buket çiçekleri görür görmez. "Ben gülleri çok severim. Çok güzel durmuyorlar mı sizcede?" Ben güllerden nefret ederdim. Bence hiç güzel durmuyorlardı. Aşkı gülle tarif etmek de başlı başına bir saçmalıktı bana göre. Hele ki kırmızı güllerden tiksinirdim neredeyse.
Düşüncelerimi kendime sakladım. Mirat da "Yo." demekle yetindi.
Gül, beklediği tepkiyi alamamış olacak ki sessizce yürümeye devam etti.
"Bence bir kadına özel günlerde çiçek hediye etmek çok saçma. Ben bunda hiçbir anlam göremiyorum. Hele ki o şatafatlı, kıpkırmızı gül buketleri... Verilen onca para sonunda ne oluyor? Hiçbir şey. Güller dalından kopuyor, sonra süslü vazolarda çürüyüp gidiyor." dedim kendimi tutamayarak. Yine her şeye muhalefet oluyordum.
"Ben yine de çok seviyorum. Çok zarif bir hareket bence..." dedi Gül. "Bir kadına çiçek hediye etmek onun ne kadar güzel olduğunu anlatmak gibi." Dediği cümlede bir anlam arayarak kafamı zorladım ama hayır, bir anlam çıkaramadım. "Zaten her çiçeğin bir anlamı vardır."
Konudan uzak duran Mirat da araya girdi. "Bence de çiçek hediye etmek saçma. Ben öyle çiçek dalından kopmasın, aman aman, diye düşündüğümden demiyorum. Tamamen masraf bence. Yani ne gerek var? Onun yerine güzel bir akşam yemeği daha mantıklı. Hem romantik, hem de karın doyurur."
Onun bu dediğine güldüm. Evet, haklıydı.
Gül, "Akşam yemeği mi? Ay, çok romantik... Mum ışığı altında falan... Böyle şeyleri romantik bulan erkeklerin nesli artık tükendi sanıyordum." dedi Mirat'a bakarak. Kaşlarımı çattım. Bundan hiç ama hiç hoşlanmamıştım.
"Burada mı oturuyordun?" dedi Mirat cevap olarak. Konuşurken farkına varmamıştım ama çoktan eve gelmiştik bile. Gül kendi apartmanına baktı.
"Aa, evet..." dedi gülerek. Sonra ilerledi merdivenlere doğru. Birden dönüp bize baktı. "Siz daha takılacak mısınız?" diye sordu. Aman Allah'ım, işkillenmiştim.
Mirat'ın konuşmasına fırsat vermeyerek "Evet, aynen. Takılacağız. Her zamanki gibi." dedim. Biraz fazla mı abartmıştım?
Gül yüzünden donuk bir gülümsemeyle kafasını salladı. "Her şey için teşekkürler. Güzel bir gündü. Hoşça kal Efsa," dedi. Gözlerimi kapatıp gülümsedim. Mirat'a baktığında yüzündeki gülümseme genişledi. "Hoşça kal Mirat." dedi. Mirat elini kaldırmakla yetindi.
Oradan ayrılıp da bize doğru ilerlerken, daha apartmana gelmeden yolun ortasında durdum. Onun önüne geçip arkamı döndüm ve yüzüne baktım. "Durum değerlendirmesi." dedim hızla. Gözlerini kıstı.
"Ne?" dedi hiçbir şey anlamamış gibi. Gözlerimi devirdim.
"Yani nasıl bir gündü sence?"
Biraz durdu ve sadece gözlerime baktı. Sonra o güzel gözlerini biraz daha kısıp, "Seninle baş başa bizim balkonda halı yıkamayı bile yeğlerdim." dediğinde kahkaha attım. Geçen yaz onların balkonunda halı yıkamıştık. Onların balkonu çok büyük olduğu için annem bizim bir halımızı da orda yıkamıştı ve onun annesi de, benim annem de bizi köle gibi çalıştırmışlardı. Mirat'la kaç defa köpüklü halı üzerinde kayıp göt üstü düşmüştük.
"O derece diyorsun?" dedim kıkırdamaya devam ederek. Kocaman gülümsedi. Tamam, işte aradığım cevabı almıştım. Tatmin olmuş bir şekilde onun yanında yürümeye devam ettim.
Apartman kapısının önüne gelince merdivenlere oturdum. O da hiçbir şey demeden gelip yanıma oturdu. Elinin, ceketinin iç cebine doğru gittiğini görünce kaşlarımı çattım.
"N'apıyorsun, sigara mı içeceksin?" diye sordum.
"Evet." dedi olağan bir şekilde.
"İçemezsin. Artık ben sigara içmediğime göre sen de içmiyorsun." dedim. Önce ciddi miyim diye baktı biraz. Sonra gülmeye başladı. Ama ciddi olduğumu anlayınca gülmeyi kesti.
"Ben mi dedim sana içme diye?" dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Evet, o demişti. O içme dediği için değil, içmemi istemediği için bırakmıştım ama. "Tamam, içmiyorum..." dedi pes ederek. "Ama illaki beni görmediğin zamanlarda içeceğim sonuçta."
"Haksızlık bu." dedim, "Sen benim içmemi istemiyorsun. O zaman sen niye içiyorsun?" diye sordum sinirlenerek.
"Çünkü sen bana içmeni istemiyorum diye bir şey demedin." dedi.
"İçmeni istemiyorum." dedim gülerek. Dalga geçiyordum çünkü sırf ben dedim diye bırakmazdı sonuçta.
Birden cebinden sigara kutusunu çıkardı ve yere atıp ayağıyla ezdi. Şaşkınlıkla yerdeki büzüşen kutuya baktım. "Konu kapanmıştır." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Papatyalar
Teen Fiction"Yemin ederim ki," diye fısıldadığını duydum saçlarımın arasına, "sana dair her şey bir papatya gibi. Her hareketin, kokun, sözlerin, gülüşün bile papatyayı hatırlatıyor bana. Sen benim bu hayatta tanıdığım en duru şeysin." 100221 | Tamamlandı.