31.BÖLÜM : ARAF

102 12 190
                                    

{Yukarıdaki şarkıyla okuyabilirsiniz♡}

Saniyeler, dakikalar, saatler, günler..
Sadece saçma sapan birer rakamdan ibaret değil miydi? Kesinlikle öyleydi. Çünkü ben saatler öncesinde kaldım, günler öncesinde, yıllar öncesinde kaldım. Geçen zaman benim için geri akıyor gibiydi. Akrep ve yelkovan ters yönden dönüyor, gece ve gündüz yer değiştiriyor ve ben yıllar öncesin gidiyorum. Oysa ben ne geceydim ne gündüz, öğlenin sıcak vaktiydim insanları yakıp kavuran, seher vaktiydim insanları yazın ortasına dahi üşüten, araftım ben şu an araftaydım...

Arafta kalmak..
En çok Cennet ve Cehennem için kullanılsada bu tabir öyle değildi. Sadece biri içinde kullanılabilirdi. Ben Cennetin değil Cehennemin arafındayım. Bir tarafım buz gibi donarken diğer bir tarafım kor ateş gibi yanıyordu ve ben ne yapacağımı bilemez haldeydim.

Ellerim ceketimin cebinde yürürdüm.. Yürüdüm.. Belki bir yere varmak için belki de bir yerden kaçmak için... Kaçmak bana göre bir şey değildi. Zifiri eşittir kaçmak değildi. Aksine yüzleşmekti, cesaretti. Yere bakıp yürümeye devam ederken bana kızan gökyüzüne kaldırdım başımı. Içim gibiydi, benim gibiydi, sessiz ve Zifiri'ydi.

Yalnızca gerçekten bakan görebilirdi gökyüzündeki en parlak yıldızı, sadece dikkatle dinleyen duyabilirdi sessizliğin sesini ve sadece gerçketen yaşayan bilirdi acının tarifini.

Nereye geldiğimin farkında bile değildim öylece yürüyordum işte. Etrafıma bir göz attığımda deniz kenarına geldiğimi fark ettim ama şehrin merkezindeki bir deniz değildi daha çok denizin sessiz çığlıklarını atmak için sığındığı bir liman gibiydi. Yakın çevrede ev veya iş yeri ya da her hangi bir beton parçası yoktu. Sessizce ve usulca sokuldum denizin kıyısına. Deniz ile oturduğum yer arasında bir kaç metre mesafe olması ayaklarımı sarkıtarak oturmama yardımcı oldu. Bacaklarımın boşlukta sallanışını seyrettim. Ayağımın bir kaç metre altında ki kayalıklara adeta savaş açan deniz vardı. Öfkeyle çarpıyordu kayalıklara ya da özlemle örtüyordu üzerini. O da araftaydı belki benim gibi.

Bir tarafım yok olmuş o hastane yatağında yatarken diğer bir yanım duygusuzca o evde kaldı. Hangisi bendim peki, hangisi ben olmalıydım. Kaybettiğime yanmalı mı yoksa yaşadığını kabul edip buz mu tutmalıydım.?

Suyun esintisi ve sessizliği delen sesiyle kendime hesaplaşırken bacağımın titrediğini hissettim. Önce ne olduğunu idrak edemesem de telefonumun çaldığını bir süre sonra anlayabildim. Işaret ve orta parmağımı cebime daldırarak iki parmağımın arasında çıkarıp ekrana baktım Batu yazısını görünce vakit kaybetmeden açtım.

'Efendim Batu?' Sesim soğuktu, ruhsuzdu.

'Abi nerdesin?' Onunda benden pek bir farkı yoktu.

'Önemi yok! Ne oldu söyle?' Nerede olduğumu bende bilmiyordum o yüzden cevapsız bırakarak devam ettim. O da pek üstelemedi.

'Abi Defne...'

'Biliyorum Batu o cümleni tamamlama.' Derin bir nefes aldım ve verdim. Bunu kabul etmek değilde duymak daha zor geliyordu.

'O zaman abi Defne..'

'Batu beni dinle.' Dedim net bir sesle konuşup sözünü keserek.

'Annesini, Selin'i ve Mert'i bulup o hastaneden bir şekilde çıkın siz götürmeyin haber gönderin adres verin yeter. Yalnız kalsın istemiyorum. Sonra eve geçin bende gelicem.' Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım ve uçurum sayılamayacak kadar alçak olan kayalıklardan aşağı fırlattım..

ZİFİRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin