'Sessiz ve kimsesiz'
Yetinmek, kabullenmek hep zayıfların işi gibi görünür, küçümsenir. Oysa kabullenmektir zor olan. Yaşadıklarını, hayatın sana sunduklarını sesini dahi çıkarmadan susup olacakları görmek her yüreğin harcı değildir. Aksidir aslında. Kabullenmek ve yetinmek güçlü duranların yapabileceği bir eylemdir. Sezen Aksu'nun bir şarkısında dediği gibi 'Yetinmeyi bilir misin sana verdiği kadarıyla hayatın? Hoş bilsen de bilmesen de yara bere içinde bu yollardan geçeceksin.' İşte onlar tam olarak bu. Geçtikleri her yoldan yara alarak geçenler. Bir labirentin içinde yollar cam kırıklarıyla dolu olsa bile bıkmadan usanmadan yolun sonunu bulmaya çalışanlardır. Onlar kendi yaralarını kendileri sarandı .
Boynumda ki sızı ve ve başımda ağrıyla araladım gözlerimi. Başımda at tepiniyordu sanki. Elimi başıma götürdüm ve ovalamaya başladım. Derin bir nefes alarak gözlerimi tekrar açmayı denedim. Etrafıma dikkatlice baktım ve o an elektirik yemiş gibi şoka girdim. Etrafıma ağaçlarla çevrili üstüm başım sırıl sıklam her yanım çamur içinde. Ayaklarımın altında anlayamadığım bir acı bir sızı vardı. Elbisemin eteklerini kaldırıp ayaklarıma baktım. Kan revan içindeydi. Sağa baktım kimse yok sola baktım kimse yoktu.
Gözlerimi sımsıkı kapattım ve en son olan şeyleri hatırlamaya çalıştım. Zihnimde yankılanan iki cümle sadece iki cümle vardı.
'Adnan' a selam söyle. Zifiri'den.'
Ve
'Bu arada gecenin şahidi olmaz.'Ve silah sesi.
Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oldu. Hızlanan nefesim ve kalp ritimimle ayağa kalktım. Acı içinde inledim. O kadar çok canım yanıyordu ki acısını kalbimin, ruhumun en ücra köşesine kadar hissettim. Ağlaya ağlaya sırtımı en yakın ağaca yasladım. Sırtımın çizilmesi umrumda değildi. Ağaca sürtünerek yere oturdum. Eteğimin uçlarını kaldırarak ayaklarıma baktım. Canımın acısıyla bağırdım.
'Kimse yok mu?' Hıçkırıklarım dışında hiçbir ses yoktu. Tekrar bağırdım.
'Yardım edin.' Yine ses yoktu. Ellerimi yumruk şekilde dizlerime vura vura bağırdım.
'Kimse yok mu?' Yine ses yoktu. Yana doğru uzandım.
'Yalvarırım yardım edin.' Dedim son kez. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu. Ciğerlerim aldığım nefesi bir türlü kabul etmiyordu. Ağlayarak uyuya kaldım. Tekrardan...
Gözlerimi tekrar açtığımda güneş yeni yeni yüzünü göstermeye başlamıştı. Gökyüzü turuncumsu bir hâl almıştı. Gözlerim etrafta gezdirdim. Belki birini görür yardım isterdim diye ama ağaçtan başka hiç birşey yoktu. Bir de bir kaç kuş sesi. Onlar yardım edebilir miydi bana ? Diye düşünürken canımın acısıyla bir kez daha inledim. Ağlaya ağlaya baktım ayaklarıma. Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Derin bir nefes alarak toparlanmaya başladım. Sağ ayağımı kendime doğru çektim. Onlarca kıymık ve bir kaç cam parçası vardı. Kıymıkları bir bir çıkardım. Ağlaya ağlaya bağıra bağıra. Her bir kıymık sanki ayağımdan çıkıp kalbime batıyordu. Ruhumu kanatıyordu. Oradan bütün vücudumda dolaşıyordu. Acı beni tamamen ele geçirdi. Akan kandan olsa gerek gözlerimin önü kararmaya başladı. Başımı arkamdaki ağaca dayadım. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim ve gözlerimi sımsıkı yumdum. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak konuşmaya başladım.
'Yeter artık yeter!' İsyanım ne kendime ne de beni bu hale getiren o adamaydı. İsyanım hayata. Daha ne istiyordu benden? Yetmedi mi artık bu kadarı fazla değil miydi.? Babasız büyüdüm. Babam hayatta olmasına rağmen babasız büyüdüm yetmedi mi? Beş yaşında büyüdüm sorumluluk aldım yetmedi mi ? Gece gündüz kimseden bir beklentim olmadan durmadan çalıştım yetmedi mi? Ben ne yaptım sana? Yeter?
Bu defa yetinemeyen hayattı. Bir türlü doymuyordu acı çekmeme. Hırpalanmama. Doymuyordu işte. Bu çektiklerin sana az bile diye diye her seferinde canımı daha çok yakıyordu. Acımadan atıyordu tokadını. Saçlarımdan tutup beni duvardan duvara vuruyordu. Ama yine de doymuyordu. Başkalarının hıncını benden alıyordu sanki. Güçlü olmamı kabul edemiyor gibi her ayağa kalktığımda bir çerme daha takıyordu ayağıma. Canıma tak etti artık. Benimle alıp veremediğin ne var senin ? Keşke dilin olsa da konuşsak.
Diğer ayağımdaki kıymıkları ve camları da acı içinde inleye inleye çıkardım. Eteğimin bir ucundan tuttum ve olan tüm gücümle parçaladım. Uzunca bir parça kopardım. Hiç beklemeden ayağıma sardım. Belki on belki on beş kat doladım. Sardım ayağımı. Aynı şekilde diğer ayağımı da. Az da olsa durdu kanaması. Acısı ise giderek arttı. Sonra büyük bir parça daha kopardım ve şal gibi omzuma astım. Sırtımın kanadığı hissettiğim keskin acıdan belliydi.
Ağaca tutunarak yavaş yavaş ayağa kalktım. Acı içinde gözlerimi sımsıkı kapattım. Alt dudağımı ısırdım. Doğrulduğumda etrafıma bir göz attım. Nereden hangi yönden gelmiştim? Nereye gitmeliyim? Diye düşündüm. Gözlerimi kapatıp nereden hangi taraftan geldiğimizi hatırlamaya çalıştım. Yerde yatış şeklime göre kuzey yönünden gelmiştik. Sıra sıra ağaçları tutarak geldiğimiz yöne doğru yürüdüm. Yarım saate yakın yürüdükten sonra balonun yapıldığı oteli karşımda gördüm. Darmadağın haldeydim. Bundan hiç şüphem yoktu. Eteğimin önü dizime kadar yırtıktı. Dışarıdan bakılınca pek de iç açıcı bir durumum olmadığını biliyordum. Ağaçların arasından ana yola çıkmaya çalıştım.
Sonunda bir caddeye ulaştım. Ne yapacaktım, nereye gidecektim? Ne yanımda taksiye binecek para ne de birini arayabileceğim bir telefonum vardı. Biraz daha yürüdükten sonra bir büfeye doğru ilerledim. Herkesin gözü üzerimdeydi. Aldırış etmemeye çalıştım. Gözümden düşen yaşları elimin tersiyle sildim. Büfe sahibine dönerek baktım. Anlam veremediği bakışlarından belliydi.
'Par-' lafımı tamamlayamadan büfenin kapısı yüzüme kapandı. Gözlerimi sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldım. Hayatın bir oyunu daha. Bıkmadan usanmadan devam.
Omzuma attığım etegimin bir parçasını iki elimle sımsıkı tuttum. Ağır adımlarla yürümeye devam ettim. Attığım her adımda dudağımı ısırdım. Canım o kadar çok yanıyordu ki attığım her adım keskin bir bıçagın veya dik bırakılmış cam parçalarının üzerine atıyormuşum gibi yakıyordu canımı.
Yürüdüm..
Belki dakikalarca... belki saatlerce yürüdüm. Dayanacak halim kalmadı. Duvarları tuta tuta ilerlemeye çalıştım. Dayanmak zorundaydım. Ayağıma sardığım elbise parçaları tamamen kırmızı olmuştu. Son bir kaç adım.. Bir kaç adım.. içimden defalarca kez tekrar ettim. Derin bir nefes alarak devam ettim. Sonunda geldim. Bir kaç adım daha atacakken durdum. Elimi duvardan çekerek dik durmaya çalıştım ama bir ölüden farkım yoktu. Burası olmazdı. Onun karşısına bu halde çıkamazdım perişan olurdu.
Ağır adımlarla arkama döndüm. Gidecek yerim yoktu belki ama burası da olmazdı. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Bir adım attım. Başım dönmeye başladı. Üzerinde binbir güçlükle durduğum kaldırım yaşları bir bir kaydı ayaklarımın altından. Önce ellerim bıraktı omzuma tuttuğum bez parçasını, sonra dizlerim işlevini kaybetti. Belki de uzun zamandır zorladığım vücudum artık galip gelmeliydi. Dayanacak halim yoktu. Tüm bedenim acı içinde yere yığıldı. Son duyduğum şey 'Defne Hanım' diye seslenen. İki adamın sesiydi.
Daha kaç kere yaşanacaktı bu? Daha kaç kere terk edecekti ruhum bedenimi? Belki bu sefer ebedidir ruhumun gidişi?
"Gecenin şahidi yok" dediler oysa bizden bir haberler
Kimler gecenin şahidi?
Sizce Defne nereye geldi?
Oylarınızı ve Yorumlarınızı bekliyorum
:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİFİRİ
ChickLit"Gecenin Şahidi Olmaz" dedi. Dedi ve beni Zifiri'ye mahkum ederek bir başıma bıraktı... Hayatının ipleri sürekli başkalarını elindeydi Defne'nin. Her ne kadar eline almak istese de tam aksine bir düğüm daha atılıyordu o ipe. Bazen bile isteye ama ç...