İnsan aslında doğar doğmaz eline veriliyor hayatı. Bu ciltler boyu, her sayfası ter temiz olan, bembeyaz ve içinde sadece birbirinden sayfalarca, ciltlerce uzak olan iki kelime 'DOĞDUM' ve 'ÖLDÜM'. Doğduğunuz gün, saat, ay, yıl siz ilk havayı içinize çektiğiniz an o tertemiz sayfalara yazılıyor. Hayat ise sizden o iki kelimenin arasını doldurmanızı istiyor.
Sonunda ölüm olduğunu bildiğiniz, hiçbir sayfasını öncesinden okuyamadığınız, yaşadıklarınızın orada yazılı olmasına rağmen yaşadıkça harflerin kendini gösterdiği bir kitap düşünün. Hayatta aslında bu değil midir?
Her sayfası her sabah gözümüzü acar açmaz aydınlanırken bazen günün sonunda gecenin karanlığı gibi kararıyordu o sayfa. Oysa önceden de siyahtı, önceden de kapkaraydı o sayfa. Öncesinden görebilseydik bir şeyleri düzeltmeye çalışmaz mıydık? Tüm sayfaların bembeyaz olması için uğraşmaz mıydık? Eğer bana sorarsanız benim cevabım çok net 'Hayır!' Olurdu. Çünkü o kapkapara sayfalarım olmasaydı tertemiz sayfalarımın bir anlamı, bir kıymeti ya da bir değeri olmayacaktı gözümde. Tertemiz diyip geçecektim belki de ama o kapkara ve siyah sayfalarım sayesinde temiz günlerimin değerini daha iyi anlıyorum, o günlerden ders çıkararak hayatıma devam ediyorum ve her o sayfanın ardından daha güçlü bi şekilde kalemi elime alıp beyaz sayfama geçiyorum. Aslında orada olup görünmeyen tüm harflerimi, kelimelerimi görmeye çalışıyorum.Annemin seslenmesi ile gözlerimi araladım. Yastığımın altındaki telefonu alıp saate baktığımda sabahın 06.30 olduğunu gördüm. Neydi şimdi bu, bu saatte?
Oflaya oflaya üzerimdeki pikeyi kaldırıp ayağa kalkıp terliklerimi ve sabahlığımı giydikten sonra paytak paytak yürümeye başladım. Gözlerimi ovup kendime gelmeye calışsam da esnememe engel olamadım. Merdivenlere doğru yürürken kardeşimin odasının önünde durdum ve kapıyı araladım. Kardeşim mışıl mışıl uyuyordu. Bir an onun yerinde olmak istedim ve odama yöneldim. Uyumak istiyordum. Şu anda tek istediğim, tek ihtiyacım olan şey buydu. Tam olarak bu sıcacık yatak. Arkamı dönüp bir adım attığım an annem tekrardan seslendi.
"Defneee....!' Çok yüksek olmasada her an adımı bağırması hoşuma gitmiyordu.
Bu arada ben Defne... Defne Titali KAYMAZEL. 23 yaşındayım. İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) Mimarlık bölümünden mezun oldum diyemem ama olmak üzereyim çünkü son bir ay. Yaşasın!. Ben, annem ve erkek kardeşim Emir beraber yaşıyoruz. Babam mı? Hı! O öldü. Yani en azından benim için....
Salına salına merdivenlerden inmeye başladım. Sesinin mutfaktan geldiğini anladığımda ağır adımlarla ilerlemeye devam ettim. Mutfağın girişinde durdum ve ellerimi göğüsünüm altında birleştirip duvara yaslandım.
"Def.." tekrar bağıracağı sırada lafa atladım.
"Geldim anne. Bağırma." Ne kadar çok sevsem de annemle aram pek iyi sayılmazdı.
"Hıh. Geldiğini göremedim. Kusura bakma kızım. " telaş içerisinde mutfakta sağa sola giderken göz ucuyla baktı sadece.
"Sabahın köründe daha kargalar bile uyanmadı anne." esnedikten sonra konuşmaya devam ettim.
"Ne oldu?" Diye sorarken o da benim gibi ellerini göğüsünün altında birleştirerek karşımda durdu. Tek kaşını kaldırıp inanmayan gözlerle bana baktı.
"Unuttuğunu söyleme bana?"
"Neyi?" Diye sormamla beynimden vurulmuşa döndüm. Hemen hareketlenip elimi sabahlığımın cebine attım ve telefonumu aldım. Ekran kilidini açar açmaz 10 Mayıs olduğunu gördüm. Elimi alnıma vurarak isyan ettim. Bugün Emir' in doğum günüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİFİRİ
ChickLit"Gecenin Şahidi Olmaz" dedi. Dedi ve beni Zifiri'ye mahkum ederek bir başıma bıraktı... Hayatının ipleri sürekli başkalarını elindeydi Defne'nin. Her ne kadar eline almak istese de tam aksine bir düğüm daha atılıyordu o ipe. Bazen bile isteye ama ç...