Birkaç dakika önce adının Suho olduğunu öğrendiğim kişisel korumam eşliğinde, babamın ofisine doğru yürüyordum. Holding binasına adım attığım andan beri bütün gözler üzerimdeydi. Kadın çalışanlar guruplar halini almış, beni baştan aşağı süzerlerken, bazıları bana gülümseme cüretini gösteriyordu. Erkek çalışanlar yerlerinden kıpırdamamış olsalar da onların da merakı gözlerinden belli oluyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.
Babamın ofisinin olduğu kata adım attığım andan itibaren, korumalar çevreme etten bir duvar örmüşlerdi. Benimle birlikte yürüyor, adımlarını benimkilere göre atıyorlardı. Bu rahatsız ediciydi. Etraftaki insanların daha çok ilgisini çekmiştim bu şekilde. Çalışanların fısıldaşmalarını duyabiliyordum. Dilimin ucuna kadar gelen küfürleri tırnaklarımı avucuma bastırarak geri ittim. Kimseyle muhatap olmak istemiyordum. Asıl yüzleşmek istediğim, öfkemi akıtacağım kişi şu an ofisinde beni bekliyordu.
İçime saçma bir şekilde bir heyecan doldu. Karnım kasılmaya başlamıştı. Gerginlikten miydi bu, yoksa babama yıllar sonra gerçekten karşı çıkacağım, özgürlüğümü ilan edeceğim için miydi?
Ailemin yeni malikanesinde şirkete gelmek için hazırlanırken biraz düşünme fırsatım olmuştu. Jungkook'u dinlemeye karar vermiştim. Babama benim de bir insan olduğumu, kendi irademe sahip olduğumu gösterecektim. Önceden korkum, bana para yollamaktan vazgeçmesiydi; çalışmak zorunda kalacak, rahat hayatıma veda edecek ve asla kendi dans okulumu açamayacaktım. Ancak malikanenin duşunda öylece dikilirken bütün bu düşüncelerin saçmalık olduğunu fark etmiştim.
Ben, Park Sung Min'in bu hayattaki en büyük yatırımıydım. Holdingde, üzerime kayıtlı yüzde on üçlük hissem vardı. Babam emeklerinin boşa gitmesini istemeyecekti, holdingin büyük bir çoğunluğunun bizde olmasını isteyecekti. Bu yüzden, yüzde on üçlük hissemi elimden almayacaktı, hatta daha fazlasını üzerime geçirmeye çalışacaktı. Holdingin amcamın eline geçmesine izin vermeyecekti.
Üzerimdeki takım elbisenin ceketini hafifçe çekiştirdikten sonra ellerimi siyah kumaş pantolonumun ceplerine soktum. Bana bakarak gülüşen kızlardan birine hafifçe göz kırptım. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, aksine bugünden karlı çıkan ben olacaktım. Babamın blöflerine bu sefer aldanmayacak, nasıl istiyorsam o şekilde davranacaktım. Cesaretin bütün bedenime yayıldığını hissedebiliyordum.
Sonunda babamın ofisinin kapısının önüne geldiğimizde, etrafımı çevreleyen korumalar kapının önüne düzgün bir sıra halinde yerleştiler. Suho kapıyı tıklattıktan birkaç saniye sonra "gel" komutunu almış olmalı ki kapıyı benim için açıp önümde hafifçe eğildi. Dudaklarıma yerleşen alaylı gülümsemeyle ofisin içine girdim ve kapıyı arkamdan kapattım.
Babam geniş ahşap masasının arkasında, siyah deri koltuğunda bacak bacak üstüne atmış bir şekilde otururken beni izliyordu. Kapıyı kapattığımı, ona doğru yaklaştığımı görünce yerinde hafifçe doğruldu. Kesinlikle hatırladığım gibiydi. Hala yaşından genç görünüyordu, takım elbisesi tertemizdi ve jilet gibi ütülenmişti. Dudaklarımdaki alaylı gülümsemeyi görünce kaşlarını havaya kaldırıp benim gibi gülümsedi. Fiziksel görünüş olarak babama benzerdim, şu an babam gülünce onda kendi yüzümü görmüştüm adeta.
İfademi sabit tutmaya çalışarak masanın önündeki siyah deri koltuklardan birine oturdum.
"Neden gülüyorsun?" diye sordu babam ima barındıran bir ses tonuyla. Birazdan keyfini bozacağım, imasıydı bu.
Gülümsemem daha da genişledi. Bu da sen öyle san, anlamına geliyordu. "Bilmem, belki de çalışanlarının bana olan ilgisi hoşuma gitmiştir," dedim başımı hafifçe yana eğip. Bacak bacak üstüne attım ve rahatça arkama yaslanırken ofisi inceledim. Babam buranın dekorasyonunu da değiştirmişti. Holdingi başka bir yere taşımamış olmasına şaşırıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Friends
FanfictionJeon Jungkook, geçmişte yaşadığı bir olay yüzünden homofobik olduğunu düşüyordu. Park Jimin ise, Jeon Jungkook'a fena halde aşık olmuştu.