2. Bölüm

1.3K 109 71
                                    

Bazen kendinizi metrelerce yüksek bir uçurumdan düşüyor gibi hissederdiniz. Düştükçe düşersiniz, ne bir yere tutunabilirsiniz ne de sizi tutan biri vardır. Deli gibi kurtulmanın bir yolunu ararsınız, beyniniz harıl harıl çalışır. Fakat bir süre sonra pes eder ve uçurumun dibine varmayı ve gelecek acıyı beklersiniz. İçinizden "Çok acıyacak," diye geçirirsiniz. "Paramparça olacağım, buraya kadarmış." Belki de acılarımızın sebebi daha onu hissedemeden kendimize canımızın çok acıyacağını söyleyip durmamızdı.

Kendimizi gelecek acıya alıştırmaya çalışırız çoğu zaman. Bu bazı zamanlarda iyi bir şeydir, güçlü olmamızda yardımcı olur. Ama dediğim gibi sadece bazı zamanlar. Aslında o acı minicik bir sinek ısırığı kadar acıtacak olsa bile, biz onu aklımızda o kadar büyütürüz ki o artık fiziksel değil, psikolojik bir acıya dönüşür. Pireyi deve yapmak deyimi de tam da burada devreye giriyor. Yaşadığımız acılar, aldığımız yaralar; bunların hepsini aslında kendimize biz yaparız. Kendimize en büyük zararı aslında yine kendimiz veririz fakat bunu hiçbir zaman da kabul etmeyiz çünkü insanlar başkalarına suç atmayı sever. Hiçbir zaman hatayı kendimizde aramak istemeyiz, bize göre biz kusursuzuzdur çünkü.

Bu çektiğim acının, kalbimin devasa elli birisi tarafından sıkılıyormuş gibi hissetmemin tek sebebi yine bendim. Ne kadar Jungkook'u suçlasam da suçlu bendim işte. Onu şarkı söylerken gördüğüm o gün kalbime atılan tohumu ben büyütmüştüm, isteseydim o tohumun yeşermesini engelleyerek ölmesini sağlayabilirdim ama yapmamıştım işte. Bazen ona aşık olduğum için kendime lanet eder, bazen de Tanrıya o aşk tohumunu kalbime verdiği için şükrederdim. Dengesiz biriydim. Çok mutluyken bir anda çok sinirlenebilir, bir kaç saniye önce kahkaha atıyorken bir anda ağlamaya başlayabilirdim. Bir dediğim bir dediğimi tutmazdı çoğu zaman. Ancak bu dengesiz halime rağmen Jungkook'dan asla vazgeçmeye çalışmamıştım. Ne kadar canım yanarsa yansın ondan gelen acı beni hayatta tutar diye düşünüp ona olan aşkımın bir gram bile azalmasına izin vermedim. Hatta sevgim gün geçtikçe katlanarak arttı.

Artık onu sevmediğim bir dünyada yaşama fikri beni deli gibi korkutuyor. Asla öyle bir dünya düşünemiyordum. Bir kaç yıl önceye ait onu sevmediğim zamanlardaki halimi, o zamanlar nasıl hissettiğimi hatırlayamıyordum. Kendime, "Jungkook'dan önce nasıl biriydim?" diye soruyorum bazen ama bu soru hiçbir zaman yanıt bulmuyor. Jungkook olmazsa ne yapacağımı, hayatımın nasıl bir düzene gireceğini bilmiyorum. Belki -büyük ihtimalle- abartıyordum fakat bu aşık halimle hiç de abarttığımı hissetmiyordum. Hissettiğim tek bir şey vardı, o da Jungkook'a olan aşkım bittiği zaman dağılacağımdı. Uzun bir süre kendimi toparlayamayacaktım muhtemelen. Artık onun ve ona karşı olan duygularımın olmadığı bir dünyada yaşamak çok zor olacaktı. Kötü zamanlar geçirecektim ancak eninde sonunda toparlanacaktım.

Beni daldığım derin düşüncelerden çıkaran Seokjin'in meşhur, cam silme sesine benzeyen kahkahası oldu. Tanrı aşkına, cidden nasıl o şekilde gülmeyi başarıyordu?

Okulun ilk gününü sorunsuz atlattıktan sonra sonunda evdeydik. Eşofmanlarımız ve kısa kollu bol tişörtlerimizle salonumuzdaki koltukların hepsini doldurmuştuk. Üçlü koltukların üçü de üçümüz tarafından ele geçirilmişti. Hepimizin elinde telefonlarımız vardı. Aynı odada bulunmamıza rağmen telefonlarımızdan mesajlaşıyorduk ve bu durumu hiçbirimiz yadırgamıyorduk. Zaten çoğu zaman konuşmaya üşendiğimizde böyle yapardık. Sosyal medya hesaplarımızda dolaşır, arada da birbirimize Kakaotalk'dan laf atardık. Garip bir ilişkimiz var, biliyorum ama bu durumdan şikayetçi olduğum da söylenemez. Onları çok seviyorum, ikisi benim her şeyim. Bu güne kadar yaşadığım her şeyde bana destek oldular. Hiçbir zaman beni yanlarından kovmadılar. Onlar bu hayatın bana kattığı en güzel iki şey.

Her neyse, bu kadar duygusallık yeter.

Elimdeki telefonu sıkıldığım için kapatıp kafamı koyduğum yastığın altına itekledim. Bakışlarımı sırıtarak telefonuna bakan Taehyung'a çevirdim önce. Koltuğumda birazcık aşağı kaydım ve ayağımın altındaki kafasını itekledim yavaşça. -Koltuklar biri ortaya diğerleri yan taraflarına gelecek şekilde yerleştirilmişti, bir kenarı olmayan kare şeklinde yani ve çoğunlukla ortadaki koltuğu ben alırdım. İkisi de diğer koltuklardan hangisi kafasına eserse onu alırdı. Gülen suratına yavaşça sinirli bir ifade yayıldı. Kafasını kaldırarak, bana öldürücü bakışlarından birini atıp yine telefonuna döndü. Fakat ben Park Jimin'dim ve benim kitabımda pes etmek diye bir şey yoktu. Kafasını tekrar ayağımla dürttüm.

Just FriendsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin