Kucağımdaki kırlente yüzümü daha çok gömerek kendimi saklamaya çalıştım fakat ne kadar minik olsam ve herkes tarafından bu defalarca kez yüzüme vurulsa da kare, küçük bir kırlentin beni saklamasına imkan yoktu. Kore standartlarına göre kısa olsam da boyum çok da küçümsenecek bir düzeyde değildi.
Evimizin salonundaki üç adet üçlü koltuklardan bana ait olanında oturuyordum yine ve çaprazımdaki diğer iki koltukta karşılıklı oturun Taehyung, Seokjin ve Namjoon'un konuşmalarını dinliyordum. Konu tabii ki de bendim. Namjoon, bu sabah ona anlattığım dün geceyi benim ona anlattığım kadar detaylıca -biraz da kendi yorumunu katıyordu ama bu rahatsız edici değildi- anlatıyordu. Bense olduğum yerde gerginlikten ölmek üzereydim. Ayrıca Seokjin ile Taehyung'un arada bana dönen ve üzerimde şöyle bir dolaşan, bundan daha sert bir tepki vermeyen halleri beni daha da geriyordu. Burada, en iyi IMDb puanına sahip gerilim filminde bile gerilebileceğimden daha çok geriliyordum çünkü Tanrı aşkına, bu bir film değildi; bu benim lanet olası gerçek ve acınası hayatımdı. Sağ çaprazımdaki koltukta oturan, olmaları gerektiğinden daha sakin olan ikili ise cellatlarım.
Gerginlikten yanağımın içini kemiriyordum, öyle ki artık ağzıma kan tadı gelmişti fakat bunu yapmayı kesemiyordum çünkü gerçekten fazlasıyla gergindim. İstemsizce bir şeylerle uğraşma ihtiyacı hissediyordum. Şu an yanımda ilgilenebileceğim ve dikkatimi başka yöne çekebilecek tek şey telefonumdu, o da önümdeki kahve sehpasının üzerinde duruyordu ancak onu elime alırsam buradaki üçlü beni boğabilirdi ve ben daha hayatımın aşkına kavuşamadan, şu genç yaşımda ölebilirdim. Şu an giydiğim, üzerinde tavşan desenleri olan pijamamın kollarını çekiştirerek ellerimi kumaşın içine sakladım. O sırada Seokjin ile göz göze geldik ve ben korkuyla olduğum yerde sindim. Bakışlarından bir ifade okunmuyordu ve bu daha da korkunçtu. Bu denli ifadesiz, ciddi olmaları beni deli gibi korkutuyordu. Çişimin geldiğini hissediyordum. Altıma her an yapabilirdim. Ancak bu koltuktan kalkıp gidemezdim çünkü yine beni boğarlardı.
"Ve Jungkook hiçbir şey olmamış gibi davranıyor," diyerek sözlerini sonlandırdı Namjoon. O sırada tüm bakışlar bana dönmüştü. Kırlenti biraz daha yukarı kaldırıp yüzümü gizlemeye çalıştım. Tamam, belki bütün bedenimi saklayamazdım ama yüzümü saklayabilir, ifadelerimi onlardan gizleyebilirdim.
Namjoon'un söyledikleri kısmen yanlıştı. Burada bu konuşmanın yapılıyor olmasına ve benim gerginlikten ölmek üzere olmama sebep olan, öğlen Taehyung ile Seokjin gittikten sonra Jungkook ile kuliste yaptığımız konuşma -daha çok tartışma- idi. O konuşmada da dün geceye doğrultulan bir ima söz konusuydu, yani Jungkook kısmen hiçbir şey olmamış gibi davranmıyordu. Sadece sinir bozucuydu, yine benim düşüncelere dalmama, zaten sayısı az olan nöronlarımın teker teker ölmesine sebep oluyordu. Jeon Jungkook baştan aşağı çözülmesi zor ve sinir bozucu bir tipti.
Kırlentin arkasına sakladığım yüzümle öylece koltukta otururken ve onları göremezken içinde olduğum durum bana daha da karışık görünüyordu. Bir yanım rahatlamıştı çünkü artık biliyorlardı. Üstelik onlara kendim anlatmak zorunda kalmamış, fazlasıyla zorlayıcı olan o bölümden Namjoon sayesinde kurtulmuştum. Önünde sonunda öğreneceklerdi zaten, bu yüzden bugün, tam şu an öğrenmeleri iyi olmuştu. Ayrıca evde yalnız da değildik, en azından onlar beni boğazlamadan bir süre daha yaşayabilecektim. Bir yanım ise bunu hiç öğrenmemeleri gerektiğini, bunun işleri daha da çıkmaza sokacağını ve canımın daha çok yanacağını söylüyordu ve bu karamsar yanım genelde haklı çıkardı.
"Jimin, şu lanet kırlenti yüzünden çek artık. Tanrım, seni görebiliyorum; kırlente aptalca bakmayı kes!" Seokjin kahve sehpasının üzerinden aldığı bardak altlığını bana fırlatınca kırlenti ürkekçe yüzümden indirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Friends
FanfictionJeon Jungkook, geçmişte yaşadığı bir olay yüzünden homofobik olduğunu düşüyordu. Park Jimin ise, Jeon Jungkook'a fena halde aşık olmuştu.