Çalan telefonumla hızla odamdan dışarı fırladım. Üzerimdeki tişörtün eteklerini pantolonumun içine sokmaya çalışıyordum salona doğru koşarken. Ellerimle dengeyi sağlayamadığım için yürümekte bayağı zorlanıyordum. Ayaklarımdaki babet çorabı da bana hiç yardımcı olmuyordu, ayağım kayıyordu.
Kendimi mutfağa attım, en az beş kere ölüm tehlikesi atlatmıştım. Tezgahta duran telefonumu elime alıp ekranda arayanın adını gördüğümde kalp atışlarım anında zirveye ulaşmıştı, tahmin ettiğim kişiydi; O idi. Terli elimi pantolonumun içine soktuğum tişörtten çekerek pantolonuma sildim. Aramayı cevapladım ve telefonu kulağıma yapıştırdım. Kulaklarıma anında aşık olduğum ses dolmuştu. Kaslarım huzurla gevşedi ve içimdeki panik duygusu yavaşça yok oldu.
"Jimin-ah, hazır mısın? Oraya varmama beş dakika var, haberin olsun. Acele et!" Sonlara doğru gülümsediği sesinden anlaşılıyordu. Onun gülümsediğini bilmek beni de gülümsetmişti. Bir kaç saniye boyunca öylece, gülümseyerek telefon kulağımda ellerimden biri tezgaha yaslı bir şekilde durdum; dalmıştım. Kendime gelmemi sağlayan Jungkook olmuştu. "Jimin, orada mısın?"
Başımı hızla iki yana salladım ve tezgahtaki elimle yanağıma bir kaç kere hafifçe tokat attım. Kendine gel Jimin, adama kendini rezil edip durma!
Boğazımı temizleyip yerimde dikleştim -sanki beni görecekti, Tanrım ne salağım! "Buradayım. Ayrıca hazırım da, gelebilirsin." Fazla öz güvenli bir ses tonu kullanmıştım. Cidden salaktım. Tanrım şu an canımı alır mısın lütfen, ben bu dünya için fazla kötüydüm.
"Pekala. Şu an kapının önündeyim, çıksan iyi olur." Yine gülümsüyordu, bu herif benimle uğraşmaya bayılıyordu.
Sözleri yeniden bedenimi panik dalgası sarmasına sebep olmuştu. Elim ayağım birbirine girerken aynanın önüne doğru koştum -antrede bir boy aynası vardı. Tipimi kontrol ettim, bozulan saçlarımı düzelttim ve iyi göründüğüme karar verdiğimde ayakkabılarımı alıp kapıya doğru ilerledim. Üzerime montumu geçirirken telefonda Jungkook ile konuşmaya devam ediyorduk.
"Beni konuşmaya tuttun ve buraya geldin. Her konuda üstün olmaya çalışıyorsun, değil mi?" Gülümseyerek sorduğum soruya endişe dolu bir yanıt almıştım.
"Ne? Hayır, elbette hayır. Asla senden üstün olmaya çalışmadım, çalışmam da."
"Çünkü öyle olduğunu biliyorsun?"
Sesindeki endişe daha da arttı, gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Onun bu paniklemiş hallerine bayılıyordum. "Saçmalama, Jimin. Ben senden üstün falan değilim."
Kapıyı açtım ve ayakkabılarımı dışarı attım. Cebimdeki cüzdanımı kontrol ettikten sonra kapının yanındaki askılığa asılı olan anahtarları aldım. Telefonu omzum ile yanağım arasına sıkıştırıp ayakkabılarımı giymeye başladım. Bir yandan da kahkaha atıyordum çünkü sevdiğim adamın bu hali o kadar komikti ki gülmemek elde değildi. "Tanrım, Kook..." Ayakkabılarımı giyerken gülmek pek de kolay sayılmazdı, bu yüzden ayakkabımın tekini anca giyebilmiştim. Diğerini de hızlıca ayağıma geçirdim, gülmemek için kendimi sıkıyordum şu an.
"Hey, neden gülüyorsun? Çok mu komik?" Onun sesindeki tınıdan gülümsediğini anlamıştım. Tanrım, neden kendimi sevgilimle konuşuyormuş gibi hissediyordum? Duygularım en uç noktaya kadar yükselmişti, uçuyor gibiydim.
Kapıyı açıp, dışarı çıktım ve telefonda benden cevap bekleyen Jungkook'un yüzüne telefonu kapadım. Heyecanlanmıştım bir kere, tamam mı? Arka cebimdeki cüzdanımı elimle kontrol ettikten sonra telefonumu diğer arka cebime attım. Kapıyı kapatıp, kilitlerken kalp atışlarım daha da hızlanmıştı. Sevdiğim adamı görecek olmanın heyecanıydı bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Friends
FanfictionJeon Jungkook, geçmişte yaşadığı bir olay yüzünden homofobik olduğunu düşüyordu. Park Jimin ise, Jeon Jungkook'a fena halde aşık olmuştu.