26. Bölüm

1K 57 31
                                    

Rahatça arkama yaslanıp sevgilimin yan profilini izlemeye başladım. Şu an onun arabasındaydık ve birlikte okula gidiyorduk. Dün gece birlikte kaldığımız için uyandığım andan beri onunlaydım.

Ruhum huzurla doluydu. Peri masalında yaşıyormuş gibi hissediyordum kendimi ve bir gün masalın içine çirkin trollerin girmesinden deli gibi korkuyordum. "Her güzel şeyin bir sonu vardır," cümlesinden daha önce hiç olmadığı kadar nefret ediyordum ve bu güzel şeyin asla bitmemesini diliyordum.

Gözlerim Jungkook'un keskin çene hattında dolaştı. Parmaklarım ona dokunmak için karıncalanıyordu adeta ama bu sefer kendimi tuttum. Araba kullanırken dikkatini dağıtmak istemiyordum. Zaten, dikkatini üzerime çevirdikten sonra, asla benden başka bir şey düşünmüyordu.

Sabah kahvaltıda Seokjin ile Taehyung, sevdiğim adamı büyük bir sorguya çekmişlerdi. Dün geceyi burada geçirdiğini biliyorlardı ve ikisi de korkutucu derecede sakindi. Bu tavırları beni bile germişti. Jungkook'un o anki durumunu düşünemiyordum. Annemin onayını almış olsa da asıl onay alması gerekenlerin Taehyung ile Seokjin olduğunu gayet iyi biliyordu. Artık hayatım hakkındaki bütün ayrıntılarda bilgi sahibiydi.

Sevgilim, sorgusu sırasında elimi avucu içine almış ve asla bırakmamıştı. Korkuyordu. Ancak korkusu Taehyung ile Seokjin'e değildi. Bunu kendi ağzıyla söylemişti kahvaltıda. "Korkuyorum, ama korkma sebebim siz değilsiniz," demişti gözleri benim üzerime dönmeden önce. "Jimin'i üzecek olmaktan, ona yetememekten korkuyorum. Beni bırakıp gitmesinden korkuyorum."

Korktuğunu biliyordum ki bu gayet normaldi. Hayatı boyunca homofobik olduğunu düşünerek yaşamıştı ve ben bir anda bütün dengelerini bozmuştum. Bu, belki dışarıdan kötü bir durum gibi görünüyordu fakat ben gayet memnundum. Eğer benden etkilenmemiş olsaydı, gerçek bir homofobik olsaydı bu, bir peri masalı olmayacaktı çünkü. Şimdi ise birlikteydik, birbirimize aşıktık. Henüz gençtik ve birlikte geçirecek çok zamanımız vardı. Acele etmeye gerek yoktu. Ancak ağırdan almak da zorunda değildik. Birbirimizden utanıp kaçacak ya da haftanın belirli günlerinde görüşecek falan değildik. Şimdiden Jungkook, onun evine taşındığımda evin nerelerinde değişim yapabileceğimizi planlamıştı bile.

Bu konuda benden daha heyecanlıydı ki ona hak veriyordum. Benliğini henüz keşfetmişti. Hayatına henüz yön vermeye başlıyordu. Aşık olmuştu, zaten aşk başlı başına bir dönüm noktasıydı.

Daha önce görmediğim, keşfedemediğim yönlerini öğreniyordum. Fazla tanıdıktı, fazla yakındı fakat farklıydı. Gözlerime bakışı farklıydı, bana gülümseyişi farklıydı, dudaklarının tenime değişi farklıydı. Çözülmesi zor Jeon gitmişti, yerini bir kitap kadar açık okunabilen bir adam almıştı. Gözlerine baktığımda, "Ne düşünüyor?" diye tereddütte kalmıyordum artık. "Bu adam bana aşık," diyebiliyordum. Ve bu, gerçekten beni dünyanın en mutlu insanı yapıyordu.

"Bu bakışmayı karşılıklı yapmayı tercih ederim," dedi Jungkook uzun bir sessizlikten sonra. Kahvaltıdaki gergin anlardan sonra ona zaman tanımıştım, bu yüzden o benimle konuşana kadar ben konuşmama kararı almıştım.

"Yüzünü eskiteceğimden mi korkuyorsun?" diye sordum başımı koltuğa yaslarken. Gözlerim hala yüzündeydi.

Bana saniyelik bir bakış attı. "Dikkatimi dağıtıyorsun. Sen bana böyle bakarken, seni saatlerce öpmekten başka bir şey düşünemiyorum," dedi sorumu görmezden gelerek. Dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Fazla etkileyici görünüyordu.

Ayrıca ben de onu öpmek istiyordum.

"Yaramaz tavşan," diye mırıldandım dudaklarımdaki muzip gülümsemeyle. Onunla uğraşmaktan deli gibi zevk alıyordum ve sevgilim bana bu fırsatı çok sık veriyordu.

Just FriendsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin