Öncelikle bu uzun gecikme için özür dilerim, umarım affedersiniz. Elimden geldiğince arayı uzatmamaya çalışacağım. Aramıza yeni katılan arkadaşlara da tekrar "Hoş geldiniz." diyorum. Bu arada okuyucularımızın git gide azaldığını görmek beni çok üzüyor arkadaşlar. Bu yüzden bundan sonra bir sınır koyacağım. Bir sonraki bölüm 120 okunma, 20 vote ve 15 yorum geldikten sonra gelecek. Son olarak bu bölüm bir geçiş bölümüydü, bir sonraki bölümde hikayemiz ana konuya geçiş yapmaya başlıyor. Keyifli okumalar, lütfen desteğinizi esirgemeyin. :)
*
Yine karanlık ve izbe bir yerdeydim. Kırık camlardan içeri dolan soğuk hava tenime işlerken yoğun bir titreme hissi bedenimi işgal ediyordu. Yattığım kirli zeminden kalkmak için sarf ettiğim çabaların yanı sıra çevreyi gözden geçirmeyi de ihmal etmiyordum. Eskimiş ve yer yer dökülmüş duvar boyası, sokak lambasının odaya yansıyan cılız ışığında beyazımsı görünüyordu. Soğuk beton, çıplak ayaklarımın üşümesine neden olurken askılı siyah tişörtümü ve kısa kot şortumu çekiştirdim. Burada ne işim vardı benim?
Yavaş adımlarla kapıya doğru adım atarken korktuğumu hissediyordum. Odadan çıktığımda sayamadığım kadar çok kapısı olan bir koridora çıktığımı fark etmiştim. Burası da daha az önce çıkmış olduğum odadan farksızdı. Derin bir nefes verip kaşlarımı çatarken ayaklarımın tabanına batan keskin taşları umursamadım.
Ve… Bu ses?
Bir bebek mi ağlıyordu?
İçim cız etti birden. Hemen başımı çevirip bu ağlama sesinin nereden geldiğini çözmeye çalıştım. İçimin daraldığını hissediyor ve buna engel olamıyordum. Bebek, ciğerleri sökülürcesine ağlıyordu. Koridorun sağ tarafına koşarken görebildiğim tüm kapıları açıp odaları kontrol etmeye başladım. Çoğu, eski ve gereksiz eşyalarla doluydu. Derin bir nefes verdim ve ellerimi bu sesi duymamak adına kulaklarıma bastırdım. Ama nafileydi, bebeğin acı çığlıkları kulaklarımın zarını parçalıyordu. Nefes alamadığımı hissediyordum, ama bir umut koridorun sonundaki odayı denedim.
Kapıyı açtım ve dünya başıma yıkıldı.
Çığlıklarını duyduğum bebek, şimdi karşımdaydı. Küçük bedeni kanlar içindeydi. Öyle çok kan vardı ki neresi acıyordu, yarası neresindeydi çözemiyordum. İçini çeke çeke hala haykırarak ağlamaya devam ederken kocaman gözyaşları yanaklarını okşuyordu. Yüzü morarmaya yüz tutmuştu ve korku dolu ela gözleriyle bana bakıyordu.
“Erva…” diye fısıldadı çaresiz kalbim. “Kızım…”
Sesimi duyduğunda öyle bir çığlık attı ki dizlerim tutmadı. Ayaz’ın tek emaneti, hayata tutunma sebebim, Erva’m, benim Erva’m!
Odanın karanlık kısmından bir adam bize, odanın ortasına doğru yürürken gözlerimi ona doğru çevirdim. “Nasıl? Gördüklerin hoşuna gitti mi?”
“Korhan?” diye fısıldadım emin olmak istercesine.
“Evet, benim.”
“BUNU NEDEN YAPTIN AŞAĞILIK HERİF! O DAHA KÜÇÜCÜK BİR BEBEK!”
Acı dolu haykırışıma tepki olarak keyifli bir kahkaha attı. Bebeğime baktım, acı acı inliyordu. Bebek sandalyesinden aşağı oluk oluk kanlar akarken gözlerini kapatmıştı, sesi çıkmıyordu artık. Bense yerimden kalkacak gücü bile bulamıyordum kendimde. Sanki dizlerimde fer kalmamıştı, sanki bütün vücudum bana ihanet ediyordu. Erva’m da babasının yanına gidiyordu.
Gözlerimi bir sis perdesi işgal ederken gözlerimin dolduğunu henüz yeni fark etmiştim. Olamazdı bu, kızım da gidemezdi! O… Hayat denen bu uçurumun kenarındaki son toprak parçamdı benim, giderse yapamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masumiyet
General FictionBirden uyandım. Odamın içine vuran ay ışığı, bunun çok kötü bir kâbus olduğunu haykırıyordu bana. Kan ter içinde doğrulmaya çalıştım beni her gece cehenneme iten yatağımdan. Ben düşüncelerimin içine karışırken, birbirine girmiş saçlarım da ellerime...