Selam arkadaşlar, bu bölüm aklınızdaki sorulardan bir nebze kurtulabilmeniz için tamamen geçmişe ayrılmış olacak. Lütfen vote ve yorumlarınızı esirgemeyin.
*
2 Sene Önce
Yemyeşil çimlerin arasından yürürken benim için yolu gösteren ve ayaklarımın altında ezilen pembe gül yapraklarına baktım. Yaprakların yumuşacık dokusu, çıplak ayaklarımın tabanını okşarken ben yemyeşil ağaçların burnumu baştan çıkaran temiz bahar kokusunu içime çekiyordum. Ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısı, çıplak ayaklarımın altında ezilen taze gül yaprakları ve zihnimdeki huzur ruhumu okşuyordu. Ah, tüm bu huzurun asıl nedenini unutmuştum.
Ayaz.
Bir senedir benimle, bitmek bilmez hüznümün karanlığıyla yaşıyordu. İnatla, büyük bir çabayla beni karanlığımdan, uçsuz bucaksız duygusuzluğumdan çekip almaya çalışıyordu. Bir senedir bir kere bile başarılı olamamıştı. Aşkla bakan kara gözleri, elalarımla defalarca buluşsa da kalbimin o tatlı telaşlı hallerini hissettiremiyordu. Bunu o da biliyordu elbette. Ayaz, Umut’u hala unutamadığımı bile bile onun kalbimdeki hayaletiyle savaşıyordu an be an. Aldığım derin nefesi ciğerlerimden boşaltırken gül yapraklarının beni ulaştırdığı son durağa da gelmiştim.
“Ah Ayaz, sen nelerle uğraşıyorsun böyle?!” diye fısıldadım olduğum yerde.
Evet, bu adam beni her seferinde şaşırtıyordu. Bu kez de mükellef bir masa karşımdaydı işte. Kuş sütünü bile eksik etmekten kaçınmıştı sanki, zira masada yok yoktu. Gülümsemeye çalıştım ve sandalyelerden birini çekip oturdum. İçimde yine fırtınalar baş gösteriyordu. Ben, bu adamın iyiliklerinin karşılığını nasıl verecektim? Kalbimin dipsiz kuyusu karanlıktı, keskin bıçaklarla çevriliydi ve…
Ve bu adam canını acıta acıta beni mutlu etmek için çabalıyordu.
Ben aklımdan “Bu kez nasıl bir sürprizle karşı karşıyayım?” diye içten içe düşünürken saçlarımın arasında onun ılık nefesini hissetmiştim. Ardından da o kısacık öpüşünü saçlarımın arasına bırakmıştı.
“Sürprizimi beğendin mi?” Dedi karşıma geçip otururken.
Ona baktım. Bugün çok, çok yakışıklıydı. Üzerine oturan lacivert takım elbisesi, kaslı bedenini saklamaktan acizdi. Kravattan yoksun kalan bembeyaz gömleğinin ilk birkaç düğmesi açıktı. Saçları her zamanki gibi ona özgü bir biçimde şekillendirilmişti. Parlayan çikolata kahveleri ve gülümseyen güzel dudakları da diğer faktörlere eklenince içinden çıkılması imkânsız bir çekiciliği, kendi paradoksu haline getirmişti benim yakışıklı sevgilim.
Sevgilim…
Bu sözcük, dudaklarıma öylesine yabancıydı ki…
“Elvan?” diyen duru sesiyle kendime geldim. “İyi misin?”
“İyiyim.” Dedim. “Sürpriz için teşekkür ederim, çok hoş.”
Gülümsedi ve masanın üzerinden uzanıp o büyük eliyle elimi tuttu. “Sen daha hoşsun. Elbisen çok yakışmış. Sanki… Cennetten düşmüş ve yolunu kaybetmiş masum bir melek gibisin. Gözlerimi senden alamıyorum.”
Gözlerimi ondan çekip beyaz elbisemin eteklerinde gezdirdim. Bu elbiseyi az önce kaldığım odadaki yatağın üstünde bulmuştum. Yanına öylesine iliştirilmiş notta da bu elbiseyi giymeden gelmemem gerektiği yazıyordu.
“Teşekkür ederim.” Dedim gözlerim yeniden onun kahveleriyle buluşurken. “Bu kadar zahmete gerek yoktu Ayaz, yanımda olman yeterli.”
“Sen istediğin sürece yanında olacağım.” Dedi elini elimden çekerken. “Hem bunlar benim için zahmet değildi, bugün özel bir gün.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masumiyet
Fiction généraleBirden uyandım. Odamın içine vuran ay ışığı, bunun çok kötü bir kâbus olduğunu haykırıyordu bana. Kan ter içinde doğrulmaya çalıştım beni her gece cehenneme iten yatağımdan. Ben düşüncelerimin içine karışırken, birbirine girmiş saçlarım da ellerime...