"Sen ansızın kapımı çalan kıyametimsin."
.............
Bazı sonlar yeni ilkler doğururdu. Ve bazı sonlar, insanı yeni bir yola adım atmaya zorlardı. Yeni ilklere adım atmak için kader hazırdı. Ona düşen kadere boyun eğerek, örülen ağların peşine dü...
Herkese iyi akşamlar 🤗 İlk bölümle geldim ve sizden bol bol yorum, oy rica ediyorum canlarım ❤️
Başladığınız tarihi bırakmayı unutmayın😘
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Keyifli Okumalar 🤎
3 Haziran, Perşembe
Bir bebek dokuz ay boyunca kaldığı annesinin rahminden dünyaya geldi. O bebeğin tiz ağlama sesi dünyada yankılandı. Evren birleşti, o bebeğin adını dünyaya kazıdı. Yeni bir hayat daha doğmuştu. Bir insanın ise aldığı son nefesler göğsünü parçaladı. Oluk oluk akan kanlar ruhun bedenden ayrılmasına neden oluyordu. Hayatı bitiyordu, bu dünyadaki vaadi doluyordu, evren parçalanıyor, adı dünyadan siliniyordu. Gök ikiye ayrıldı ve o insanın ruhu sonsuzluğa doğru uçtu.
Bir insan doğdu, bir insan öldü.
Canım yanıyordu. Göğsümün ortasında dayanılmaz bir acı vardı. Bir zehir gibi usul usul tüm ruhuma yayılıyordu ve beni her an ölüme biraz daha yaklaştırıyordu. Ruhuma işleyen zehri, yüreğimdeki acı besliyordu. Kalbimin kabul etmek istemediğini, mantığım kabul ederek yüreğime ateş düşürmüştü. Dermanı kalmamış bedenimi koluma giren iki komşumla zor ayakta duruyordum. Gözlerimin pınarları ağlamaktan kurumuştu. Etrafa öylece boş ve ruh gibi bakan gözlerim hiç kimseyi görmüyordu. Tek görebildiğim acımdı. Hala inanmakta güçlük çekiyordum.
"Metanetli ol kızım," diyen kolumdan tutan yan komşumuz Aynur ablaydı. O an metanetin benim için hiçbir anlamının ve gerekliliğinin olmadığını söylemek istedim ama bir mengene gibi birbirine kenetlenen dudaklarım aralanmadı. İmam duasını bitirince birkaç kişiyle beraber bana baş sağlığı dileyip, gitmişlerdi. Kollarımı Aynur abla ve Sevgi teyzeden kurtarıp, kara toprağa yaklaştım. Toprağın altında canımdan iki parça yatıyordu. Ecel onları benden zamansız almıştı. Olduğum yere çöktüm. Henüz sıcak olan toprağa dokundum. Altında anne ve babamın bedenleri vardı, artık nefes alamıyorlardı. Bedenleri sıcacık değildi, buz gibi soğuktu. Gözümden düşen yaş dudağıma doğru yol aldı. Kolumun üstüne düşen o yaş, tüm bedenimi cayır cayır yaktı.
"Anne, baba," diyebildim cılız bir sesle. Hastane koridorunda aldığım haberle çığlık çığlığa ağladığım için boğazım yanıyordu. Ancak boğazımı acıtan ses tellerimiyormam değildi, boğazıma oturan acıyla kaplı sert yumruydu. İsyan etmek istiyordum, bağırmak, çağırmak, her şeyi yakıp, yıkmak istiyordum ama yapmamam gerektiğini biliyordum. İsyan etmek Allah'ın gücüne giderdi. Omzuma dokunan elle bakışlarım arkama kaydı.
"Hadi gidelim," diyen Mert'ti. Kafamı belli belirsiz salladım ve bedenimi yerden kaldırmasına izin verdim. Siyah elbiselerim annem ve babamın toprağına bulanmıştı. Mert beni kollarının arasına aldı ve beraberinde yürütmeye başladı. Babamın yakın arkadaşının oğluydu. Üstelik çocukluk arkadaşımdı. Ardımızdan Mert'in anne ve babası Handan teyze ve Oktay amca, birde komşularımız Aynur abla ile Sevgi teyze geldi. Arabaya bindiğimizde beni kendi evlerine götürmeyi teklif etseler de ben, kendi evime gitmekte diretmiştim. Yaşadığımız mahalleye gelince araba bir zamanlar sıcacık, huzur kokan, iki katlı, küçük ama şirin evimizin önünde durdu. Arabadan indiğimde beni daha fazla taşıyamayan bacaklarım yüzünden Mert beni kucağına almıştı. Handan teyze kapıyı açtı ve Mert'in beni odama kadar taşıması için kapıdan çekildi. Mert merdivenlerden çıkıp, odama girdi.