Birinci Bölüm: AZSOSYAL.
P.L: Sufle – Pus / Gripin – Sor Bana Sor
Günün son yarısı kendini laciverte bırakırken parıldayan yıldızlar eşliğinde çatı katındaki minik balkonda kelimelerimi canlandırıyordum. Parmak uçlarıma sinen her bir kelime hayat bulurken siyah mürekkebim ile kalbimdeki bazı şeyleri de azaltıyordu. Yazmak ve okumak benim için harika bir kaçış yoluydu ve azaltılan şeyler, yaşadığım pişmanlıklardan, çektiğim dertlerden başkası değildi. Kişisel hayatımda görünmezliğin sınırlarını zorlayan ben, gökyüzü lacivert rengine boyandığı an gün yüzüne çıkıyor, üzerimdeki görünmezliği atıyordum.
Bir yandan görünmezliği oynayıp öbür yandan çevremi deli gibi gözlemleyerek kendimce hikâyeler yaratıyor, gündüz gördüğüm herkesi geceleyin hikâyeme davet ediyordum.
Hani olur ya, biri vardır fakat yoktur. İnsanların bakabildiği ama göremediği, kulaklığını takıp diğer tüm sesleri kısan; aynı kitaptaki aynı cümleyi defalarca, içine işlermiş gibi okuyan, altını çizen; filmin bir sahnesini beğendiği zaman geri sarıp baştan tekrar ve tekrar izleyen, aslında normal ama çevresi tarafından anormal ilan edilen biri. Ve en önemlisi; uzaylılara inan biri.
Ben buyum işte.
Kişiliğimi kısaca tanımlarsam, bu cümleler yeterliydi ama derine inersek, anlatacağım çok şey vardı.
Bundan on altı yıl önce, İstanbul'un nadide şehri Beyazıt da dünyaya merhaba demiş ve ilk ağlamamı insanların huzuruna sunmuştum. Ağladığım o günden, bugüne kadar herhangi bir insan tanesi ile anlaşamıyor, iletişim kuramıyordum. Saklanmak, hayatımın en önemli şeyi olmuştu artık, çünkü açıkçası insanlardan korkuyordum. Yabani, istediğini alan ve zorlayıcıydılar.
Derin bir nefesi içime çekerken yarım kalan cümlemi tamamlamaya çalıştım.
"Bir adam, içkisindeki son yudumu aldı ve oturduğu tabureden sendeleyerek kalktı. Etrafındaki herkes ona bakıyordu, fakat farkında bile değildi. Beyni onca düşünce arasında kalmış, kalbi ise hala sevdiği kadın için atıyordu. Kadını onu terk etmişti... Bu kadar kolay mıydı, sevip de silmek, yoksa hiç mi sevmemişti? Ağırlığını bir bacağından diğerine atarak yürümeye çalışıyor, sendeliyor, tutunuyor, bazen ise tutunamayıp düşüyordu. Aldırmadı..."
Titrek ellerimden çıkan kelimeleri döküyordum kâğıdıma. Rüzgâr arada bir uğrayarak defterimin sayfalarını kurcalıyor ve haşırdatıyordu. Birkaç tutam firari saçımı kulağıma doğru itekleyip gözlerimi kapayarak düşünmeye başladım.
Zihin penceremin önüne kelimeler savruluyor, fakat hiçbiri istediğim anlatımı elde edemiyordu. Gözlerimi açarak yazdığım son cümleyi tekrar ettim gözlerim ile. "Aldırmadı... Hayatındaki bütün her şeyi unutmuştu adam. Zihnindeki yanıp sönen tek lamba ona terk edildiğini hatırlatıyordu. Adamın dünyadaki bedeni silikleşti, gözleri karardı..."
Çevremdeki insanlar, asosyal olduğumu, ya da benim deyimimle; azsosyal olduğumu her defasında yüzüme vuran insanlardı, elimden geldiğince birileri ile iletişim kurmaya çalışıyordum oysa her defasında beceriksizleşiyordum. Kendimi hiçbir zaman, hiçbir kalıba sığdıramamıştım. Hiçbir zaman gerçek anlamdaki ben olamamıştım. İttirilmiş, dışlandırılmış bir ruhum vardı benim. Sisteme uymadığım için alay konusu edilmiştim çokça. Bir aynanın köşesinde oturup etrafını seyreden o küçük kız çocuğu halen içimdeydi, onu halen hissederdim.
Bazen, elindeki oyuncak ayısını alır ve kafasını ona gömerdi. Korkaktı o. Dışarıya çıkamaz, göreceklerinden korkar, dayanamayıp ağlardı. O küçük kız çocuğunu hep sevdim. İçimdeki çocuğu, korkak ve mızmız olmasına rağmen, özelliklerine aldırmadan sevdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEN GRİ
ChickLitMeraklı biri olduğum, inkar edilemez bir gerçekti. Ben; tozlu kütüphane raflarının arasında nefes alan, okuduğu bir kitabı yahut cümleyi, satırı, paragrafı defalarca, ezberlercesine tekrardan okuyan. Kitabı okumayan aksine onunla nefes alan, on...