Arabasına doğru yürürken bende adımları sıklaştırıp ona yetişmeye çalıştım. Adımları aceleci veya hızlı değildi ama yine de büyüklüğünden dolayı ondan geri de kalmıştım. Arabasının yanına vardığında ise şoför koltuğunun camından tam arkasında ki bana bakıyordu.
"Anladın, sonunda?"
Anladığım veya algıladığım hiçbir şey yoktu. Babamla onu kafede gördüğümde şaşırmıştım, onun gibi zengin birinin benim babamla ne işi olurdu ki? Babam da, o da kafeden ayrılınca takip etmeye başladım. Daha sonrasında onun ile ilgili tüm anılarım parça parça beynime ulaştı. Onu gördüğüm her defasında Cennet'in yanındaydı, Cennet her ne kadar aile dostu olduğunu söylese de; aile dostu olmadığı beliydi. "Neyi?" dediğimde ardına dönüp gözlerimin en derinine kadar baktı. "Lütfen, bana bu kadar aptal olduğunu söyleme." Geriye doğru adım atıp tekrar konuşmaya başladım. "Doğru konuş lan benimle!" Yüzünü anlamlandıramadığım bir sırıtış ele geçirdiğinde gözlerimi kısmaktan kendimi alamadım.
Şu an ki durum, fazla tuhaftı; beynimin içinde bir çok eksik parça dolanırken, yine bir çok parça da yerine oturuyordu. "Lan? Patronunla düzgün konuş!"
Beynimden vurulduğum o an, sendelemeden edemedim. Ne? Nasıl olur? Neden? Ne demek istiyorsun? Kafamda çok ama çok fazla soru, anlamsız veya anlamlı bir şekilde belirmişti. "Duydun işte, yüzünü senden gizleyen patron; benim." Ağzım istemsizce, çok hafif bir şekilde aralanmış, kaşlarım aşağıya sarkmış, anlamlandırmaya çalışıyordum. Salak biri değildim, -gerçi kimse kendisine salak demezdi- ama yine de anlamamıştım.
Tamam, bir dakika. Her şeyi baştan alalım. "Yani şimdi... Cennet'i takip mi ediyorsun sen?" Hayır, soracağım bu değildi. Soracak o kadar çok sorgum vardı ki, ben daha düşünemeden, parçaları birleştiremeden çıktı bu soru iki dudağımdan. "Sana ne ki bundan?" Rahatlığı; insanın tüylerini ürpertecek cinstendi. Geriye doğru, arkasında ki arabaya yaslandı, bir bacağını kırıp öbür bacağının önüne atarak çaprazladı ve tepkimi izlemeye başladı. Sessiz biri görünebilirdi, tepkisizdi ve sanırım duygularını göz altlarından kullandığı belli olan uyuşturucuya satmıştı. "Bir dakika ya, benim..." Ellerimi kaldırıp düz tutarak onu doğrulttum, bir nevi dur işaretiydi. "Kafam karıştı." Alaya alan gülümsemesi bir dakika olsun, yüzünden gitmiyordu. Kafasını havaya kaldırıp yağmurun habercisi gri bulutlara baktı. "Cennet'in en sevdiği renk..." Mırıldanması üzerine kaşlarımı çatıp kafamı olumsuz anlamında salladım. "Ne alaka şimdi? Hem nereden biliyorsun?"
"Kullandığı eşyalar, giydiği kıyafetler genellikle gri ve siyah arasında değişiyor. Bunu anlamamak için aptal olmak lazım, yani senin gibi." Ona doğru hareket edince, gökyüzünden bakışlarını çekerek bana odaklandı. "Ama konu bu değil, haklısın." Ellerim ile yüzümü sıvazlayıp homurdandım. Bu herifin derdi neydi şimdi? "Bak, bir yere geçelim. Ayak üstü olmaz." Takip edip, konuşmaya başladığımdan beri ilk defa mantıklı konuşmuştu bence!
"Her şeyi anlatacaksın ama, beni neden tuttuğunu, Cennet'i neden takip ettiğini..." Kafasını eğip gülünce, sustum. "Bana emir mi veriyorsun, gerzek?" İki sözünden biri, karşısındakini aşağılama, küfür veya hakaret etme özelliğine sahip olan biri vardı karşımda. "Anlat işte!"
"Kafeye gidelim, ama soru sorma hakkın yok. Ben anlatacağım sen de dinleyeceksin, bu kadar." Onayladım, buna bile razıydım. "Önce, babamla ne işin olduğunu söyle, sonra Cennet." Gözlerini kısıp sinirlendiğini belli edercesine soludu, "Fark etmiş, özürlü." Cümlesi bu üç kelimeden oluşsa da aslında altında 'beceremedin' gibi sözler, bir çok küfür ve hakaret vardı.
"Gidelim!" Omuz atarak -bilerek yapmadıysa neyim!- geçip az önce çıktığı kafeye yönlenince bende onu takip ettim.
XX
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEN GRİ
ChickLitMeraklı biri olduğum, inkar edilemez bir gerçekti. Ben; tozlu kütüphane raflarının arasında nefes alan, okuduğu bir kitabı yahut cümleyi, satırı, paragrafı defalarca, ezberlercesine tekrardan okuyan. Kitabı okumayan aksine onunla nefes alan, on...