Kalem, ritmik hareket eden parmaklarım sayesinde tahta masaya vurulduğunda ses çıkarıp duruyordu.
Sessizlik; güzel şeydi ama gerçek sessizlik aslında, düşüncelerinizin beyninde hareket etmediği, tilkilerin kulaklarınıza fısıldamadığı, n kötüsü de duygularınızın, kalbinizin bir köşesine çekilip çığlık çığlığa can vermediği zamanlardı.
Kalem, Tekrar tekrar ve tekrar masaya çarparken, hayatım boyunca gerçek sessizliğe kavuşamayacağımı anladım.
Burnumu sesli bir şekilde çekip, kalemi masaya ağır hareketlerle bıraktım. Düşüncelerden ağırlaşmış kafamı; yer yer gözyaşlarımla ıslattığım masanın üzerinde, geldiğimden beri içimi döktüğüm kağıtlara yasladım.
Hâlâ sessiz değildi.
Toplam da kaç sayfa tuttuğunu bilmesem de masanın üzeri kağıtlardan geçinemiyordu. Gözlerim ağlamanın verdiği kızarıklarla baş ederken, bende yine beynimin içerisinde yaşanan savaşı -sessizce- izliyor, dinliyor, gözlemliyor fakat karışamıyordum.
Kalbim; beynimle girdiği savaşta galip gelemeyeceğini bildiği halde yine de teçhizatlarını kuşanmış, aklınca ayakta durmaya çalışıyordu. Ama sorun tam da buradaydı; kalbin aklı yoktu.
Kapının dışından gelen tıklatma sesini duyduğumda bile tepki vermedim. 'Gir' diyemeyecek kadar depresyonda hissediyordu ruhum. Acizliğini utanmadan giyip bir köşeye çekilerek benim gibi hayatında şimdiye kadar olan biteni izliyor fakat karışmıyordu, ruhumu hissedemeyeli ne kadar olmuştu?
"Bir sorun mu var? "
Sorun olmasaydı, belki de ben şu anda harap olmuş bedenimle masanın üzerine yığılmış olmazdım. Dışarıdan değil ama içeriden çok yaram vardı.
Geldiğim vakit zaman kaybetmeden kendimi odama kapatmış zaman zaman ağlayıp zaman zaman da yazı yazmıştım. Çığlıklarım kalemim vasıtasıyla birlikte acı içerisinde bende ayrıldığı zaman kendimi boş hissetmiş sadece önümdeki masayı izlemiştim. Ben sadece bunu yapmıştım ama beynim ve kalbim yine de durmamıştı. Kalbim; beynimle savaşa girmişti ama beynimin ona yolladığı 'acı gerçekler oku' sayesinde daha silahını bile gösteremeden darbelere maruz kalmıştı.
Kalbimin her tarafından kan fışkırırken, küçük çocuğun masumluğu ile mırıldandı ruhuma; ben iyiyim.
"Bir sorun yok."
Kapının pervazına elini yaslamış olan annem yılların tecrübesiyle yorgun bedenini yatağımın üzerine taşıdı.
"Yanıma gel." Bir şey demeden masanın üzerinde bulunan gözlerimi kırpıştırmadan ayağa kalkıp ona yöneldiğimde etrafın karanlığından dolayı şikayet etti.
Küçükken karanlık olduğu vakit 'öcü gelecek' diye beni korkuturlardı. Başlarda, karanlık odamda yorganı üzerime çeker oradaki küçük karanlığa hapis ederdim kendimi, daha sonra gözlerimi yumar kendi karanlığımda boğulurdum. Hiçbir zaman karanlıktan tam anlamıyla kurtulamadım.
Büyüdükçe hakikati kavradım...
Etraf ıssızlaştığında, karanlık dünyaya hüküm sürdüğünde, yalnızlık baş gösterir ve insanın içimdeki duyguları -gerçek olanları- ortaya çıkarırdı.
Öcü dediğimiz şey aslında karanlık olduğu, kendimizle baş başa kaldığımız vakitlerde ortaya çıkan pişmanlık ve vicdan azabıydı.
Karanlık çöker ve geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki hatalarınızla baş başa kalırdınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEN GRİ
Chick-LitMeraklı biri olduğum, inkar edilemez bir gerçekti. Ben; tozlu kütüphane raflarının arasında nefes alan, okuduğu bir kitabı yahut cümleyi, satırı, paragrafı defalarca, ezberlercesine tekrardan okuyan. Kitabı okumayan aksine onunla nefes alan, on...