23.RENK: DÖNÜŞ

2.6K 165 83
                                    

Kulaklığı takıp, müziği bedeninize naklettiğiniz süre boyunca tüm dünyadan çekilip sadece müziğe odaklanır, daha sonra müzik bitince kendinizi boşlukta hissedersiniz...

Ya da ne bileyim, o kulaklık kulağınızdayken her şey güzeldir hatta yaşamınız, dünyada bulunan en güzel yaşamdır.

Peki, bu hissettiğiniz duygu yoğunluğu, özgürlüğü kaç dakika sürer?

Üç, belki de dört. Ya, sonra?

Bazen başka şarkıya geçiş yapılır, bir de onunla deneriz hayattan, hayatımızdan kaçmayı. Bazense aynı şarkıyı tekrarlar, sadece sözleri dinleriz ki bu; aslında normalden çok daha üzgün, yalnız ve çaresiz hissettiğimizin işaretidir. Bazense şarkı biter.

Acımasız hayat, zevkle, acıta acıta yüzünüze çarpar. Gerçekler, kulaklarınızı tıkadığınız şeyler, bir bir ortaya çıkar ve siz; kaçamazsınız.

Kaçamayan ben, cennet ve cehennemin, hayat ve hayalin tam ortasında arafa sığınmış, mahşer gününü bekleyen biriydim.

Ne cennetin, ne de cehennemin kabul etmediği, rüzgâr da savrulan bir yaprak parçasıydım belki de. Fütursuzca savrulan bir yaprak tanesi.

Beyaz ışık görmemiştim veya gözümü açtığımda herhangi birini. Beyaz odada ben ve eşyalar vardık. Suskunluğuma tekrar erişmiş gibi hissediyordum. Beyaz tavan, belki de ilk defa hayallerime perde olmuyor, sergilemiyordu. Herhangi bir duygu, herhangi bir hissiyat olmadan sadece bakıyordum ki, canlıları ve cansızları birbirinden ayıran en büyük özellik 'düşünme ve duygu' ise şu an kendimi bir cansız gibi nitelendirebilir, sınıflandırma yapabilirdim.

"Uyandı! Doktoru çağırın!"

Ve ben, bakışlarımı tavandan çekmedim. Boş odaya insanların doluşup kalabalık yaptığını nefes alamayacak raddeye gelince anladım. Oda fazla kalabalık değildi gerçi, ruhum kalabalıktı. Nefes alamıyordum, yaralarla bezeli ruhumun acı dolu hıçkırıkları kulağıma dolarken nefes almak işten miydi ki!

Ne hatırlıyorum?

Unutmak istediğim birçok şey olmasına rağmen, hatırlıyordum. Ağlayışımı, yazışımı, anneme sarılışımı, küçük itirafı ve Araf'ı... Ah, evet! Araf Ali'yi çok iyi hatırlıyordum. Bağırışını, saldırışını, krizini ve hatta gözaltı morlukları... Gece gözlerinde her daim bulunan eğlence parıltılarını da öyle...

Sahi, ne olmuştu?

Kafam, kazan gibiydi. Bir doktor gelip feneri gözlerime tutunca, gözlerimi istemsiz olarak kıstım, verdiğim tepkiden şu an başımda duran herkes memnun kaldı. Reflekslerim gayet iyi çalışıyordu. Başımda bulunan doktor şimdide adımı söyleyip parmaklarını önümde şaklatıp duruyordu, sesten rahatsız oldum. Belki de sonsuz sessizliğe varamadığımdandı bu rahatsızlığım. "Cennet? Bizi duyuyor musun, kızım?" Babacan tavrı, cümlelerine ve ses tonuna düşmüştü bana ulaşmaya çalışan doktorun. Saçları hafif kırlaşmış bir erkekti, üstündeki kıyafetin dahi tek bir kusuru yoktu, ütüsü, düzeni yerindeydi ki bu bile işine ne kadar önem verdiğini gösteriyordu aslında.

"Cennet?" Tekrar söylendi adım, feneri tekrar gözüme tuttu, tepki vermemi istiyordu. Hani olur ya, bedensel hiçbir şeyiniz yoktur, fakat ruhen o kadar yorgunsunuzdur ki bu bedeninize bile vurur. Bunun birçok adı vardı, ruhsal çöküntü ve depresyon en bilinenleri.

Çöküntüdeydi ruhum ve bedenim. Aptal gerçekler tekrar ve tekrar kafama giriyor, düşüncelerimi ele geçiriyordu.

Tepki vermedim, istemedim.

"Sanırım duyma yetisini kaybetti..." Başını ağır biçimde salladı söylerken. Duyuyordum, hatta istesem konuşacak dahi hissediyordum kendimi. "Cennet, kızım eğer bizi duyuyorsan gözlerini açıp kapa," dediğinde dudaklarım yukarı kıvrılırken durdum. İzin dahi vermedim, gülümsememin ortaya çıkmasına. Yavaşça, ağır çekime alınmış vaziyette göz kapaklarımı örttüm ve kaldırdım.

BEN GRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin