Gözlerimi kamaştırıyordu pencereden odama giren güneş. Tebessüm ederek kalktım yatağımdan. Derin bir nefes alıp pencerenin önüne gittim. Gözlerimi kapatıp, narince yağan yağmurun sesine kaptırdım kendimi. Mis gibi toprak kokusu odama dolarken, "Hamdolsun" diye mırıldandım. "Hamdolsun Rabbim bu güzel güneşli günde, yağdırdığın yağmurun ardından, gökuşağını görecek gözleri bana verdiğin için". Penceremi kapatıp, hemen yan odadaki kız kardeşimin odasına doğru gitmeye başladım. Odasına varır varmaz kapısı açıldı. önceden anlaştığımız için yarışmayı kim kazandıysa diğerinin odasını bir hafta boyunca kaybeden toparlayacaktı. ve o gün gelmiş, ben kazanmıştım. Karşımda dağınık saçlarıyla duran kardeşimin henüz tek gözü kapalıydı,
"Mızıkçılık yapma İkra hanım." Diyerek odamın kapısını işaret ettiğimde, kardeşim odamı toplamak için odama doğru yöneldi. Kendime engel olamayarak kahkaha atıp, hızlı adımlarla alt kata indim. İkimiz arasında yaptığımız Kur'an okuma yarışını ben kazanmıştım. Bundan dolayı bir hafta boyunca odamı o toparlamalıydı.Merdivenin üzerinden, annemin salonda hazırladığı sofrayı görünce aç olduğumu farkettim. Hızla annemin yanına gidip arkadan sarıldım. Yanağına minik bir öpücük kondurup;
"Hayırlı sabahlar cennetim." Der demez Asaf beyin sesiyle irkildim. Asaf bey benim abim olur."Vayy Hatice sultan yine en güzel yemekleri en güzel tabaklara koymuşsun birazını misafirlere sakla." Diyip göz Kırptı. Evimizin neşe kaynağı olan Asaf abim, durmadan bizimle uğraşırdı. Annem çok gecikmeden cevabını verip susturdu onu.
"Bak Asaf oğlum misafir tabağı, misafir yemeği olmaz. Misafirlere nasıl özeniyorsak kendimizede aynı şekilde özenmeliyiz unutma ki bizlerde misafiriz. Eğer misafirleri çok güzel karşılamak istiyorsan, onlara güzel tabak sunmak yerine, onları güzel bir surat ile karşıla. Misafirlerin ayrı tabaklara ihtiyacı yok ama tebessüm eden bir yüze ve güzel sohpete ihtiyacı var. Benim büyümeyen yaramaz oğlum."
Her zaman ki gibi aldığı cevapla susup kalan abim, annemin hazırladığı sofraya oturdu. Bu defa uğraşma sırası annemdeydi.
"Aa oğlum misafir tabağında yemek yenir mi hiç? Kalk sofradan." Diyerek, elinde tuttuğu börek dolu tabağı masanın üzerine bıraktı. Bunun üzerine hepimiz gülmeye başladık. Annem ile birlikte bende sofraya oturduktan sonra babamı ve kardeşlerimi bekledik. Çok geçmeden Furkan abim, babam ve kız kardeşim ile birlikte sofraya geldiler. Besmele çekip sessizce yemeğimizi yedikten sonra, Allah'ın bize vermiş olduğu nimetler için şükür duası yaptık. sofrayı toplamak ise annem ve kardeşim İkra'ya kalmıştı. Babam dün akşam uyumadan önce, bugün kütüphaneye gideceğini söylemiş, annemi haberdar etmişti. Babam ile birlikte abimlerde kütüphaneye gitmek için evden çıktılar. Mahallemizde küçükte olsa bir kütüphane vardı ve mahallede okunmayan kitaplar oraya bırakılır, böylece herkes faydalanırdı. Kardeşim annemle birlikte sofrayı toplarken, bende üzerimi giyinmek için odama gitmiştim. Dün akşam, bugün giymek için askıya astığım, Bordo rengindeki uzun ve bol olan elbisemi giyip aynanın karşısına geçtim. Şalımı taktıktan sonra, askılıktan çantamı alıp alt kata indim. Ayakkabımı giyerken beni gören annem yanıma geldi.
" Maşallah güzel kızıma. Unutma kızım. Sizler bana Allah'ın emanetisiniz ve hepimiz bir misafiriz bu Dünya'da. Sakın ola ki dışarda nefsine yenik düşme. Nefsine karşı her zaman güçlü ol."
Dedikten sonra, ellerini yanaklarımda gezdirdi. Tebessüm edip başımı salladım ve besmelemi içimden çekerek evden çıktım. Başımı önüme eğip, doğruca Kur'an kursuna doğru yürümeye başladım. Bir saat öncesinden yağan yağmur durmuş, yerine ıslattığı toprağın kokusunu bırakmıştı. Çocuklar kaldırımda biriken su azda olsa, içine girmiş, zıplayıp eğleniyorlardı. Yürürken yere baktığım için etrafımda olup bitenlerden pek haberim olmasada sesleri duyabiliyordum. Bir kız "abla yardım eder misin?" Diye sorunca bana seslendiğini düşünerek sesin geldiği yöne doğru baktım. Karşımda yirmili yaşlarda bir kız vardı. Oldukça mutsuz görünüyor gibiydi. Tekerlekli sandalye üzerinde oturan kızın iki bacağı yara bere içindeydi. Bacağı üzerine örttüğü örtü sandaliyenin tekerliğine takılmış olacak ki, yere düşmüştü. Yanına gidip, yere düşen örtüyü aldım ve bacaklarının üzerine atıp bacaklarını örttüm. Öylece durmuş bana bakan kıza;
"Nereye gidiyorsun? Yardımcı olmamı ister misin?" Diye sorup önünde diz çöktüm.
"Huzura gidiyorum." Derken titreyen sesiyle birlikte, mavi gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Ve devam etti;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Helal Sevdam
Spiritualarkamdan gözlerimi kapatmıştı. İstemsiz bir şekilde bağırmış; "Hayır hayır bu kadar ileri gidemezsin!" Diyerek ellerini itmiştim. Bana dokunan kişinin, Zeynep değilde şiir yazan kişi olduğunu sanmış, gelen kişinin Zeynep olduğunu görünce epey utanmı...