"Bölüm 2 : Başlangıç."

516 48 167
                                    

"Astım spreyi..." Kulaklarımın dibinde bir acı haykırışı kafamda gittikçe yankı yapmaya başlıyordu. Kısıklaşan ses yüzünden kendimi zorlayıp araladım gözlerimi. İçime çektiğim nefes ciğerlerime darbeler indiriyor kuruyan boğazım işi daha da zorlaştırıyordu. Nerede olduğumu daha sindirememişken sırtımı zorla toprak zeminden çekip inim inim inleyen Akif'e baktım.

"Astım... Astım spreyi. Çantamda." Konuşmasını bitirmesine nefesi izin vermiyordu. Vucüdumu saran panik havasıyla yanına çektiği çabtanın gözlerini aralayıp içinde bulunan spreyi salladım ve ona uzattım. Titreyerek spreyi kavrayıp içine çektiği nefesle rahatlıkla kendini bıraktı. O an farketmiştim nefesimi tuttuğumu. Kendimi ve kasılan bedenimi toparlayıp ayağa kalkıp dikleştim. Yeni ayılmanın verdiği sersemlik üzerimdeydi. Gözlerim etrafta dolaştı. Yerlerdeki bavullar ve baygın bedenler. Neler olduğunu hatırlamaya zorlayamayacağın kadar büyük bir baş ağrısıyla cebelleşiyordum. Kafamın içinde derimi yüzen bir şeyler vardı sanki.  Sabahın serinliği olduğu belliydi gözlerim saatime iliştiriğinde dijital ekranın kırıldığını gördüm. Oflayarak çıkardım ve fırlattım sinirle.  Baygın bedenlerin arasına geçip Azra'yı dürtmeye çalıştım. Göz kapakları örtülerini geri çekerken yorgun bakışları peyda oldu.

"Hare... Neredeyiz?"

"Bilmiyorum... Emre! Uyan!" Emre irkilerek hızla kalktığında anlık korkuyla refleks olarak geri çekildim. Titreyerek etrafa bakıyordu.

"Ne oluyor? Ben neden yerdeyim?"

"Neden yerdeyim mi? Daha büyük bir derdimiz yok mu sence?" Azra yeni uyanan Ceren'le polemiğe girmesin diye elimi kaldırıp onu durdurdum.

"Akif astım hastasıymış ona dikkat edin." Diyerek Atlas ve Ali'nin ortasına geçip ayaklarına dürttüm. Kendilerine gelmeleri zaman almazdı. Geri Akif'in yanına geldiğimde sakin duruyordu. Ceren köşede hüngür hüngür ağladıkça sinir tüm damarlarımda yayılıyor onu boğma isteğimi körüklüyordu.

"Öleceğiz. Bizi neden kaçırdılar? Ne istiyorlar? Fidye mi? Fidyeyse ormana neden bıraktılar?" Emre elleriyle saçlarını kavramış çekiştiriyordu. Ceren ve Emre hassas yapılı bir ruha sahipti. Fakat bu gizlenmeyecek bir şey değildi. Tellerin arkası tekrar ormandı bu yüzden yakınlarda bir yol var mı bilmek oldukça zordu.

"Tellere tırmanalım."

"Olmaz. Her telin takıldığı direğin üzerindeki mekanizmayı görmüyor musunuz? Dokunduğunuz an ölü bulursunuz kendinizi." Ali gerekli açıklamayı yapmıştı Azra'ya. Dudaklarımı aralayıp aklımdaki fikri dile getirdim.

"Yalıtkan bir maddeyle telleri parçalasak?"

"Yalıtkan maddeden kastın ne? Tahtayla burayı kırmak oldukça saçma. Kaldı ki teller 3 metre vardır. Diyelim ki parçaladık. Oradan geçerken akım aniden birimizi öldürebilir."

"Neyi tartışıyorsunuz!? Öleceğiz diyorum! Kim kaçırdı onu bile bilmiyoruz! " Ceren'in cırtlak sesi kulaklarımı geçip sinir dürtülerimi uyandırmaya başlıyordu. "Ben gidiyorum bir yol bulacağım ormanın içinde."

"Git git. Sabah leş kokun burnumun dibine gelecektir." Ceren'in ayakları aniden durdu ve omuzları düşerek geri yerine oturdu. Dediklerim oldukça doğruydu orada ne ile karşılaşacağımız meçhuldü. Başım dayanılmaz bir acıyla sızlarken yalpalamamaya çalışıp çantamın içinden su çıkardım. Su kuruyan boğazımdan akıp giderken aynı zamanda düşünüyordum. Bizi neden kaçırdılar?

"Siyasi bir sebep olabilir mi?" Dedi Atlas. Uzun süredir sessizdi.

Akif yerinde doğruldu ve yine elini göğsüne yasladı. "Sanmam. Birincisi milli takım varken bizi kaçırmaları saçma olur. İkincisi ormanın ortasında bırakmazlardı. Yani..."

YAŞAMAK İÇİN SAAT 25:01Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin